_Beyza'nın Kadınları_ "Hey, kimse yok mu orada? Anne benim... Kızın korkma! Bak yüzüm, dokun hadi saçlarıma. Kimseyi acıtmak istemezdim aslında. Ne olur inanma. Onlar icin daha fazla acı çektim. Bölündüm defalarca... Onların bebeklerini de kırdılar. Gözlerini oydular... durdurmak istedim anne. Beni cok yanlış anladılar"
Söz: Sezen Aksu Müzik: Fahir Atakoğlu Dinlemek için tıkla
Tarkan, Tempo'daki röportajında bir dönem arası açık olan Sezen Aksu'yla ilgili sorulara da yanıt verdi: - Türkçe albüm ne zaman? Başladım. Şimdi şarkı yazma aşamasındayım. Türkçe şarkı söylemeyi çok özledim. Bir yandan Sezen’le flörtleşiyoruz... - Barıştınız mı yani? Küs değildik ki. Sadece, ‘Şımarık’ şarkısı döneminde bazı hallolmamış, konuşulup çözülememiş meseleler yüzünden aramızda soğuk rüzgârlar esti. - Ne zaman konuştunuz? Geçen sene. Karşılıklı konuşup hallettik. Sonra sarıldık. Ben de hırçınmışım o zamanlar. Belki de güç yarışına girmişimdir. Çünkü o zaman, yani 'Şıkıdım' çıktığında 'Sezen olmasa Tarkan olmazdı' gibi laflar söyleniyordu. Ben öyle olduğuna inanmıyordum ama ama beni kışkırtıyorlardı. Belki de o yüzden 'Şımarık'a benim ve Ozan'ın adını ekledim. Bizim de emeğimiz vardı şarkıda; ama o, Sezen'in şarkısıydı. Bunu ona sormadan yaptık ve Sezen de rahatsız oldu. Haklıydı. Ben bunu yıllar sonra anladım. (30 Mart 2006 tarihli Hürriyet Kelebek'ten)
Ceza, bir süre önce kaybettiğimiz önemli müzik adamı Onno Tunç adına çıkacak tribute albümünde bir parça kaydetmesi için Sezen Aksu tarafından davet edilmişti. Daha önce Sezen Aksu tarafından seslendirilen 'Şinanay' adlı parçayı kendine has stili ile yorumlayacak Ceza’ya bu parça da Sezen Aksu da eşlik edecek.
Yeşim Salkım, Hakan Uzan ile evliyken İstanbul'daki Rumelihisarı Konserleri'nin organizasyonunu Uzan Grubu'na bağlı bir şirket almıştı. Yeşim Salkım da o dönemde SezenAksu'nun Rumelihisarı'nda konser vermesini engellemişti. Yeşim Salkım, geçen günlerde eşi İlker İnanoğlu ile Sezen Aksu'yu ziyaret etti ve yeni çıkacak albümü için şarkı istedi. Ziyareti sırasında İlker İnanoğlu'nun annesi Filiz Akın, SezenAksu'ya telefon ederek gelini Yeşim Salkım'a destek olmasını istedi. Sezen Aksu da Filiz Akın'ı kırmadı ve Yeşim Salkım'a bir şarkı verdi. (27.03.2006 tarihli Bugün'den)
New York'ta uzun bir tatil geçiren bir yandan müzik çalışmalarını sürdüren Sezen Aksu, Amerika dönüşü sevenleri ile yeniden buluştu. İstanbul- Maslak Tim'de dün ve önceki akşam verdiği iki konserle izleyenleri büyüleyen Aksu, sahneye kırmızı ve derin yırtmaçlı bir kostümle çıktı. Ünlü sanatçının hayli kilo aldığı da dikkatleri çekti. Aksu konser sırasında müzisyen arkadaşı Atilla Özdemiroğlu'nun da kulaklarını çınlatarak, "O, 60 yaşında küçük bir çocuk gibidir" dedi. (26.03.2006 tarihli Sabah'tan)
Tarkan'ın 7 Nisan'da tüm dünyada çıkacak olan 'Come Closer' adlı albümü, Wycleff Jean'le düet, Sezen Aksu'yla aradaki buzları eritecek şarkı gibi sürprizlerle dolu. Bu mesleğe ilk başladığım günden beri kaynağımı açıklamayacağım bir haberi kovalamadan gerçek bir gazeteci olamayacağımı düşünürken çarşamba akşamı telefonuma gelen 'Tarkan'ın yeni albümünü dinlemek istiyorsan bana gel' yazılı bir mesajla dünyalar benim oldu. Bu sayede hem süper bir haber yapabilecek hem de arkadaşıma verdiğim söz yüzünden kaynağımı saklı tutacağım. Bu sevincin yanına bir de Tarkan'ın daha çıkmamış albümünü ilk kez dinleyeceklerden biri olmanın heyecanıyla koyuldum Bebek yoluna. Hani az buz değil Tarkan'ın bu uğurda harcadığı seneler. Ben üç iş, dört sevgili, 11 saç modeli değiştirdim ama onun albümü piyasaya çıkmadı. Dünya pazarına açılmanın, hele Amerika gibi zenci hakimeyitinin olduğu müzik dünyasını zorlamanın 10 sene çalışmakla bile kolay olmayacağını bildiğimden sürenin bu kadar uzamasına hiç şaşırmadım aslında. 7 Nisan'da tüm dünyada merhaba diyecek 'Come Closer' adlı albümün açılış şarkısı 'Just Like That'i ilk duyduğumda havalara uçmadım açıkçası. Bana Michael Jackson şarkılarını hatırlatan R&B katkılı bu şarkıyı dinlerken umarım tüm albüm böyle değildir diye düşünmeye başlamıştım ki ud nağmeli oynak şarkı 'In Your Eyes' başlayınca keyfim yerine geldi. Tarkan'ın 'Aman aman' diye uzun hava çekmesiyle başlayan 'Why Don't We' ise Amerikalıları çok kısa bir süre içinde avucunun içine alması muhtemel bir şarkı. Şarkıda Tarkan'ın düet yaptığı Wycleff Jean'in sesini duymak beni yeni bir şoka sürüklese de kendimi toparlayıp şarkıyı dinlemeye devam ettim. Şu sıralar Amerika'daki moda olan araya siyahi rapper katma olayını Tarkan kendine yakışır bir şekilde bir dünya starıyla halletmiş ve çok da başarılı olmuş. İkimizin Yerine', gibi yabancılara konserlerde çakmak yaktıracak şarkı da beşinci sırada karşıma çıktı. 'Over' adlı bu balad, albümün nadir temposu düşük şarkılarından biri ve çok güzel. 'Start the Fire' ise ilk dinlediğimde bana George Michael'ın 'Faith'ini anımsattı. Dünyada cuma günü piyasaya sürülen Bounce'da albümün en sağlam şarkılarından biri olarak sekizinci sırada yerini almış. Bu arada Bounce'un dünyaya sürülen şeklinde en önemli DJ'lerden Armand van Helden'in de bir remiksinin bulunduğunu söylemeden edemeyeceğim. Albümünün adını 'Come Closer' (Yakına gel) koyan megastar, müzik aracılığıyla sınırların kalkabileceğine inananlardan. Tarkan bu işi başaracak... 15 şarkılık albümün bir diğer süprizi ise 'Shikidim' diye adı değiştirilen 'Hepsi Senin Mi?'. Önceki senelerde 'Şımarık'ın single'ını Avrupa pazarında piyasaya sürdüğünde söz müzik hanesine Sezen Aksu'nun adını koymadığı için papaz olduğu kraliçemizin bu şarkısı yeni albüme de alınmış. Bu olaydan sonra SezenAksu'nun Tarkan'a doğum gününde Mevlana'nın kitabını gönderip 'Ya göründüğün gibi ol, ya da olduğun gibi görün' sözlerinin altını çizdiği de dilden dile dolaşmıştı. Hatta Tarkan için yapılan 'Söz Bitti'de geri çekilip Sertab'a verilmiş ve ortalık iyice karışmıştı. Neyse ki her şey halledilmiş de bu şarkı da albümün geneline çok yakışmış. Sonuç olarak Tarkan albümü bitirip yüzünün akıyla merakları giderecek. (Oben Budak'ın 26.03.2006 tarihli Sabah'taki yazısından)
Alexiou, Türkiye'de SezenAksu'yla karşılaştırılmaktan memnun: "Bu kadar büyük bir sanatçıyla birlikte anılmak tabii ki hoşuma gidiyor. Sezen Aksu benim arkadaşım. İş söz konusu olmadığı zamanlarda da görüşüyoruz. Onu kendi insanım gibi hissediyorum. Yarın bütün günümü onun evinde geçireceğim mesela." Aksu'yla tanışıklıkları ise eskiye dayanıyor. 1999 depreminde de ikili Türkiye'de birlikte konser vermişti. O dönem Türkiye hakkında görüşlerinin olumlu yönde etkilendiğini anlatıyor sanatçı: "İki ülke söz konusu olduğunda ve insanlar bir şeyler kaybettiğini düşündüğünde insanların kendi ülkelerini desteklemesi çok normal. İnsan yapısında dostlukları kazanabilmek var, nefret duyguları olmamalı. Her zaman Türkiye'ye geldiğimde açık bir kucak görüyorum. Yunanlılar'ı büyük bir misafirperverlikle kabul ediyorlar. Biz de aynı şeyi Türkler'e yapıyoruz. İşim için Uruguay'dan Kanada'ya, Rusya'dan Japonya'ya, Avustralya'dan Afrika'ya kadar bütün dünyadaki insanları gördüm. Dünyadaki her insanın sorunu aynı. Herkes bir iş sahibi olmak, çocuklarını barış ortamında büyütmek, yönetildikleri kişiler tarafından saygı görmek istiyor. Ve bir de hepsi aynı şarkıyı söylemek istiyor." (26.03.2006 tarihli Sabah'tan)
Henüz on yaşındayken, ailesiyle birlikte ve hiç anlamadığı bir şekilde doğduğu topraklardan, İzmir’in Bulgurca Köyü’nden, "asıl vatanı"na, Yunanistan’a göç eden küçük bir kızın torunu o. Yani komşunun kızı olduğu kadar, kökleri bir yanıyla İzmir’de olduğu için, akrabamız sayılır. Öyle olmasa da 30 yıldır fazlasıyla aşina bir ses bizim için. Türkiye’de yıllardır dönüp dönüp defalarca dinlenen ve neredeyse klasikleşen "Olmasa Mektubun"ların, "Telli Telli"lerin, "Maskeli Balo"ların orijinal, alabildiğine karizmatik sesi. Kendi dilinden söylediği şarkılarla da tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de çok sevilen Haris Aleksiyu. 30 yıllık sanat hayatına tam 30 kişisel albüm sığdırmasıyla, aldığı uluslararası ödüllerle, dilden dile dolaşan şarkıları ve milyonlara ulaşan konserleriyle, bir Yunan müziği klasiği. Türkiye’de biraz Yunanistan’ın SezenAksu’su olarak tanınması boşuna değil; aynı Aksu gibi sevdi onu Türk dinleyici, şarkılarını aynı ona yaptığı gibi hep birlikte söyledi, onunla da çok ağladı. Aleksiyu, Türkiye’de 9 Mart’ta piyasaya çıkan Antoloji albümünün tanıtımı için önümüzdeki hafta, İstanbul’a geliyor. Bu albüm herhangi bir albüm değil; 38 klasikleşmiş ve iki de hiç yayınlanmamış şarkısından oluşan, iki CD’lik, 40 şarkılık bir külliyat. Bir ressamın restospektifi gibi; geleneksel Yunan şarkılarından, rebetikodan, baladlardan ve daha modern şarkılardan oluşan 30 yıllık birikiminin bir derlemesini içeriyor, onu anlatıyor. EMI Müzik Türkiye, Yunanistan’da bir buçuk yıl önce yayınlanan bu Antoloji’yi orijinal haliyle Türkiye’de piyasaya çıkardı. Yıllarca Aleksiyu’yu daha çok korsan kayıtlardan dinleyen Türk dinleyicisi için bu bir ilk. Aleksiyu ise Türkiye ile yeniden kucaklaşacak olmaktan memnun görünüyor. O gelmeden, biz ona gittik, Yunan divasını, 56 yaşına rağmen estetik görmemiş güzelliği ve hayat hikayesiyle hatırlatmak istedik.27 Aralık 1950’de, Atina’ya 80 kilometre uzaklıktaki Thivali’de doğar Haris Aleksiyu. Bahçesine buğday, pamuk eken, bağlarda üzüm yetiştirip şarap yapan Bay Thanasis’le, Bayan İfigenia’nın ikinci çocuğu olarak, ağabeyi Yorgos Sarris’ten iki yıl sonra... Doğduğu yer itibarıyla doğayla; içinde bulunduğu aile itibarıyla şarkılarla, birlikte yaşadıkları komşular itibarıyla da Anadolu’yla içiçe bir çocukluk geçirir. İZMİR ŞARKILARIYLA BÜYÜDÜ Doğduğu ev, herkesin her fırsatta şarkılar söylediği bir yerdir. Komşuları, 1924 mübadelesinde Türkiye’den Yunanistan’a gönderilen ve Yunanistan’da da "Türk" diye karşılanıp bir şekilde dışlanan insanlardır. Ama onun hayatının şekillenmesinde önemli rol oynarlar. Bir kere, kendi bildiklerinden, "yerli"lerden farklıdırlar, en azından daha eğlenceli. Anneannesi de onlardan biridir ve çocukluğu onun sesinden İzmirli Rum bestecilerin şarkılarını dinlemekle geçer. Anne babasının söylediği geleneksel Yunan şarkıları ve ağabeyiyle onun dinlediği daha modern şarkılar, onlarla harmanlanır. Zaten çok benzeşirler. Sonradan yapacağı müzikte, hepsinden bir etki olacaktır muhakkak. Ancak o henüz sekiz yaşındayken mutlu günler biter; babasını çok genç, 35’inde kaybederler ve yine genç yaşında kaybedeceği annesiyle birlikte Atina’ya, anneannesinin muhacir mahallesindeki evine taşınırlar. Atina’da hayat zorlaşacak ancak evdeki şarkı söyleme geleneği hiç sonlanmayacak; Rebetika’lar, Zimirneyka’lar ve İzmir şarkıları hep yankılanacaktır odalarda. Anneannesinin sesinden, bazen Rumca, bazen de Türkçe. Türkleri hiç unutmayan, son yıllarına kadar bir Türkçe şarkı duyduğunda gözyaşlarını tutamayan anneannesi nedeniyle, sonraları, yani büyüdüğünde ve ona bazı "gerçekler" anlatıldığında, nefretin nereden geldiğini anlamakta güçlük çeker. 18 yaş civarındayken bir tuhaflık olduğunu farkeder, sormaya, okumaya başlar. Türkleri hiç unutmayan, son yıllarına kadar bir Türkçe şarkı duyduğunda gözyaşlarını tutamayan anneannesi nedeniyle, sonraları, yani büyüdüğünde ve ona bazı "gerçekler" anlatıldığında, nefretin nereden geldiğini anlamakta güçlük çeker. 18 yaş civarındayken bir tuhaflık olduğunu farkeder, sormaya, okumaya başlar. Onun tanıdığı Anadolulu Rumlar, Türklere nefret beslemeyen, ancak kaybettiklerinden dolayı acılı insanlardır. Daha şehirli, daha medeni, daha yumuşak. Kadınları daha canlı, bakımlı. Onlar geldikten sonra sıkıcı bir köy hayatına sahip olan Thivali’de bile hayat daha bir renklenmiştir, ona göre. Ticareti de onlar öğretmiştir "yerli"lere; hatta "Ana"sı Atina’da bir "bakkaliko" açmış, o da ağabeyiyle yıllarca ona yardım etmiştir. Tüm çocukluğu ve gençliği şarkı dinlemek ve söylemekle geçer ancak şarkıcı olmak aklının ucundan bile geçmez. Çünkü şarkılar o kadar hayatıdır ve şarkı söylemek gelir sağlayacak bir iş olmaktan çok o kadar oyundur ki... 1970’te, Yunanistan üç yıldır Albaylar Cuntası’nın diktatörlüğü altındayken, liseyi bitirdiğinde ne yapacağını bilemez bu yüzden. Bir ara mimar olmaya, bir ara modaya merak sarar. YUNANİSTAN’IN HARULA’SI Ancak, bugün kendisi gibi müzisyen olan ağabeyi onun kadar kararsız değildir, kardeşini de teşvik eder. Bir gün, bir arkadaşıyla "Haris çok güzel söylüyor, dinlemelisin" der ve kardeşini bir mekana götürür. 19 yaşındaki Haris, daha çok entelektüellerin gittiği bu mekanda ilk dinlendiğinde keşfedilir ve ertesi akşam orada şarkı söylerken bulur kendini. Anneannesini o sıralar kaybeder ve onu bir dünya sanatçısı olmaya götürecek insanlarla o yıllarda tanışır. Ünlü şair ve şarkı sözü yazarları Lefteris Papadopulos, Manolis Rasulis, Lina Nikolakopulu, Nikos Gaços, besteci Mikis Thedorakis, efsane müzisyenler Manos Hacidakis ve Manos Loizos gibi ustalarla o yıllarda tanışır. Büyük bir okuldur bu atmosfer onun için, halen mezun olmuş gibi hissetmediği: Sünger gibidir, sürekli yeni şeyler öğrenir. Şarkı söylemeyi oyun gibi görmekten o zaman vazgeçer, işini ciddiye almaya, sorumluluk sahibi olmaya, yüzeyde kalmayıp derine inmeye o zaman başlar. Sesinin bir albüme girmesi için iki yıl beklemesi gerekir sadece: 1972’de, Türkiye’deki Kurtuluş Savaşı’nın 50. yılı anısına hazırlanan "Mikra Asia" (Küçük Asya) adlı albümde Yunanistan’ın efsane sanatçılarından George Dalaras’a vokal yapar. Türklere karşı bir nefret hissi beslemeden ve "anayurtlarını kaybetmiş insanların psikolojisini duyarak" büyümüştür ancak, yürütülen politika ister istemez onu da etkiler. Türkiye’de konser vermeyi ona uzun süre düşündürtmeyecek olan Kıbrıs sorunu, yüreğinde yaradır. Bu yüzden, "Hayatınızın hiçbir döneminde Türklere karşı bir düşmanlık beslediniz mi?" sorusuna, "Ülkemin tehdit altında olduğunu hissettiğim zaman, hangi ülke olursa olsun, evet" cevabı verir. Sonunda kalbinin sesini dinleyene kadar sürecektir bu... Dalaras’tan sonra, 1973’te "Kalimera Illie (Günaydın Güneş) albümünde bir başka efsaneye, Manos Loizos’a; "Byzantinos Esperinos" (Bizans Ayini) albümünde Kaldaras’a ve de "Odos Aristolelous" (Aristotelous Caddesi) albümünde Yannis Spanos’a eşlik eder. O yıllarda Yunanlıların kalbine yerleşir, Yunanlılar onu Haris’in daha samimi kullanımı olan Harula olarak çağırmaya başlar. İlk kişisel albümü 1975’te yayınlanır: Yunan halk müziği tarzındaki "12 Laika Tragoudia." Açılış şarkısı olan "Dimitroula" 45’lik olarak da yayınlanır ve yüzbinlerce satarak hit olur. 1978’de, yine Manos Loizos’la birlikte, Yunan müziğinin gelmiş geçmiş en önemli albümlerinden biri sayılacak "Ta Tragoudia Tis Haroulas"ı (Harula’nın Şarkıları) çıkarır ve yeri yerinden oynatır. Özellikle "O Fantaros" (Asker) ve "Ola Se Thymizoun" (Bana her şey seni hatırlatıyor) ile ününe ün katar. Tüm şarkılarının dillere dolanması o zamanlarda başlar. Sonradan Türkler de aynı şarkıların Türkçelerini dillerine dolayacaktır. Kendi de beste yapıp söz yazar ancak daha çok ustaların yazdığı şarkıları albümlerinde ve önemli konserlerde seslendirir. 1981’de Dimitra Galani ile birlikte yaptığı "Ta Tragoudia Tis Htesinis Meras"tan (Dünkü Şarkılar) sonra, albümler albümleri izler ve 1992’de onu dünyaya tanıtacak olan gelir: "Di Efhon" (Dualarla). Ondan sonra başlar yıllar sürecek dünya turnesi, Türkiye başta olmak üzere, Japonya’dan Avrupa’ya, Amerika’dan İsrail’e tüm ülkelerde tanınması... Türkiye’ye ilk 1980’lerin sonuna doğru, Zülfü Livaneli’nin davetiyle gelir. ANNEANNESİNİN EVİNDE Ama asıl bağıra basılışı, 1999 Depremi’nden sonra İstanbul, İzmir ve Atina’da Sezen Aksu ile birlikte verdikleri, tüm şarkıları Türk Yunan birlikte söyleyip, birlikte ağladıkları konserlerden sonra olur. O konserlerden birinde SezenAksu’nun dediği gibi, "Artık kapalı bir kutuya kilitlenmiş aşkı kurtarmanın zamanı" gelmiştir. O gelişlerinden birinde gitmeye karar verir anneannesinin İzmir’deki köyüne... Büyük heyecan içinde, Hürriyet’in o zamanki İzmir temsilcisi Nedim Demirağ’la birlikte yola çıkar. Ancak sonuç hüsrandır; çünkü köy baraj nedeniyle sular altında kalmıştır. Sadece bir dam görebilir. Kendini oraya ait gibi hissetmez o gün ama, bir geç kalmışlık duygusu yaşar; "Keşke daha önce gelseydim." Türk izleyicisini kendine -Yunanlılar’a- çok yakın bulur, her şarkıya katılmasını, kendini ifade edebilmesini, ona sevgisini hep bir ağızdan belli etmesini çok sever. Çok normaldir aslında, ona "Doğu Akdeniz’in gayrıresmi divası" diyen Ertuğrul Özkök’ün, şarkıları için söylediği "tek kelimesini anlamasam da her şeyi anlarım" sözüne, onu dinleyen kim karşı çıkabilir ki! Onu, şarkılarını, tarzını, hangi hayranı Sezen Aksu kadar yakın bulmaz ki kendine. İki toplumun bu kadar içiçe geçmişliğine, hangi müzik dostu hayır diyebilir. İşte o zaman gerekir o gereksiz soruyu sormak: "Kimin şarkıları bunlar Harula? Hatta kimin dolması... Kimin kahvesi..." "Ben artık bunun cevabını aramayı bıraktım" der: "İnsanların aynı şeyleri yaşamasından yanayım, ortaklıkları paylaşmasından. Zülfü (Livaneli) bana bir seferinde, ’bize yemek pişirmeyi öğrettiniz’ demişti. Ama ben Türkiye’de yemek yediğimde, bizim yaptıklarımızdan çok daha güzel olduklarını görüyorum. Bol bol tarif alıyorum. Türk izleyicisi bana kendi dilimde seni seviyorum, diye seslendiğinde çok mutlu oluyorum. Türkiye’de kendimi çok iyi hissediyorum." Son söz olarak: "Kratai hrona afti i kolonia" adlı şarkısında "Bu parfümün kokusu yıllardır dayanıyor" der Aleksiyu. Hürriyet Atina Temsilcisi Yorgo Kırbaki’nin dediği gibi, aradan geçen yıllardan sonra Harula’yı şarapla değil, parfümle karşılaştırmak gerekir! (19.03.2006 tarihli Hürriyet Pazar'dan)
Sezen Aksu, Celine Dion'un vokalistine albüm yapıyor. Albüm için 12 bestesini veren Aksu; aynı zamanda albümün prodüktörü. Teklif, Aksu'nun kişiliğine ve şarkılarına hayran olan Celine Dion'dan gelmiş. Türk Pop Müziği'nin tartışmasız en büyük ismi olan Sezen Aksu ile ilgili beni çok heyecanlandıran ve bir o kadar da mutlu eden bir haber aldım. Bugüne kadar birçok popçuya albüm yapan Sezen Aksu, şimdi de Celine Dion'un vokalistine albüm yapıyormuş. Yanlış okumadınız; Sezen Aksu, dünyanın en ünlü şarkıcılarından biri olan Celine Dion'un vokalistinin ilk albümünün prodüktörlüğünü üstlenmiş. Üstelik teklif Celine Dion'dan gelmiş. Şimdi sıkı durun! Celine Dion'un vokalisti, bu ilk albümünde kimin şarkılarını okuyacak biliyor musunuz? SezenAksu'nun... 35 yıllık sanat hayatı boyunca biriktirdiği ve hafızalarımıza kazıdığı yüzlerce şarkıdan 12 tanesini Celine Dion'un vokalistine veren Aksu'nun aylardır Amerika'da bulunmasının sebebi de buymuş meğer. CELINE DION DA SEZEN HAYRANI Şimdi size bu konuyla ilgili biraz daha detay vereyim. Sezen Aksu ile Celine Dion, aynı müzik şirketinin, yani Sony Music'in sanatçıları olmaları dolayısıyla tanışmışlar. Dion, SezenAksu'dan çok etkilenmiş. Bütün albümlerini alıp dinlemiş ve hayran olmuş. Vokalisti albüm yapmak isteyince Aksu'yu aramış ve "Bu albümü sen yap" demiş. Vokalistinin albümde okuyacağı 12 şarkının hepsinin Sezen Aksu bestesi olmasını isteyen Dion, Aksu'ya albümün prodüktörlüğünü de teklif etmiş. Aksu teklifi kabul etmiş ve çalışmaya başlamışlar. Aksu, işte bu albüm için iki aydır Amerika'da bulunuyormuş. Her gün stüdyoda genç şarkıcıya kendi şarkılarını en doğru şekilde okutmak için çalışıyormuş. KONSER İÇİN GELDİ Sezen Aksu Amerika'daki bu albüm çalışmasına kısa süreliğine ara verdi. Çünkü Perşembe günü İstanbul'a geldi. 24-25 Mart'ta TİM'deki konserlerine çıkıp sonra geri dönecek. Bu arada Amerika'da albümle uğraşıken bir film müziğine de söz yazmış. Cuma günü vizyona giren "Beyza'nın Kadınları" filminin bestesini, orkestrasının eski elemenı Fahir Atakoğlu yapmış ve SezenAksu'dan söz yazmasını istemişler. Aksu onları da kırmamış... Sezen'in bu enerjisine hayranım! Allah Sezen'i başımızdan eksik etmesin. (Bülent Cankurt'un 20.03.2006 tarihli Sabah'la Günaydın'daki yazısı)
Son albümü 'Gülümse Kaderine'yle yorumculuğunu konuşturan Kibariye, her şeyi gırtlağına borçlu olduğunu söylüyor. Albümle aynı adı taşıyan Tarkan şarkısına ünlü sanatçıyla birlikte düet yapan Kibariye'ye teklif Tarkan'dan gelmiş. - Neden arabesk müziği sevmeyenler bile Kibariye söyleyince severek dinliyor? - Ben öyle bir yorum katıyorum ki, Allah vergisi sesle naçizane renkler katıyorum ki... Her türe uygun bir gırtlak verdiği için Allahım'a şükürler olsun, güzel gırtlak nameleri yapıyorum. Gırtlağımda öyle numaralar var ki yerine göre sosyeteye hitap ediyor, yerine göre sana, bana hitap ediyor. - Albümde Sezen Aksu ve Tarkan'ın parçaları dikkat çekiyor. Buluşmanız nasıl oldu? - Sezen'le de Tarkan'la da zaten yıllardır arkadaşız. İkisiyle de çalıştık zamanında. Daha önce zaten Sezen'in şarkılarını okumuştum. Sezen "Kiboşum o kadar güzel okuyorsun ki, o kadar kalbin güzel ki sana gözüm kapalı şarkı veririm. Bu kasette ne istiyorsan tamam, sıfır istiyorsan yaparım, istiyorsan tanınmış şarkılarımı oku. Çünkü güzel okuyorsun, şarkılarımın harap olmayacağını biliyorum" demişti. Telefonu kendim açtım, beş kuruş da para talep etmeden verdi şarkıyı. - Neden Ah İstanbul? - Sezen'den de beğeniyordum şarkıyı. İstanbul'u, memleketimizi öyle güzel anlatmış ki, Türkiye'mizi, her şeyimizi anlatmış kadın. Ben de 'Sezen'den sonra bana gider galiba' dedim, kendisiyle konuştum, o da verdi. - Tarkan'la nasıl oldu? - Tarkan cep telefonumuzu aradı bizim, eşimle görüştü, 'Kibariye'yle görüşebilir miyim?" demiş. 'Allah hayretsin ne olacak bakalım' dedim. Yemek yapıyordum koşa koşa telefona gittim. 'Kiboş bu şarkıyı ben okudum senin de okumanı rica ediyorum' dedi. Ben de 'Allaaah ne büyük zevk, gurur. Ama düet yapmak şartıyla' dedim. Zaten çocuk güzel okuyor, e ben de güzel okuyorum. Yani örnek olacak bir düet çıktı ortaya. Bizden sonra Sezen Müslüm Gürses'le böyle bir şey yapmaya karar vermiş. (Eylem Bilgiç'in 18.03.2006 tarihli Sabah'taki Kibariye röportajından)
Sezen Aksu ile verdiği konserlerle de tanınan Yunan şarkıcı Haris Alexiou yeni albümü "Antology"nin tanıtımını İstanbul'da yapacak. Anne tarafı İzmirli olduğu için Türkler'e karşı özel bir sevgi duyan Yunan şarkıcı Haris Alexiou, kendi plak şirketinin ürünlerini vermeye başladı. Alexiou yeni albümü "Anthology" nin tanıtımı için 22 martta İstanbul'a gelecek. Ünlü şarkıcının bu albümünde, 36 tane klasikleşmiş şarkısı ve 2 tane de yeni bestesi var. Yaklaşık 35 yıldır 30'dan fazla albüm kaydeden, birçok müzisyenle yaptığı ortak çalışmalarla sürekli gündemde olan sanatçı, yenilikçi ve yol gösterici olması itibariyle de dikkat çekiyor. Alexiou müzik kariyerine George Dalaras'ın 1972 tarihli albümü "Mikra Asia" (Asya Minor) ile başladı. Aynı zamanda geleneksel ve folk şarkıları yazan sanatçı, Yunanistan'da ve yurtdışında birçok konser verdi. 1999'da Yunanistan ve Türkiye'de meydana gelen depremlerdeki kayıplar için hem Yunanistan'da hem de Türkiye'de Sezen Aksu ile konserler verdi. Aynı yıl 'Estia' adlı kendi müzik şirketini kurdu.
Pop dünyasının "MinikSerçe"sinin sesinden sonra en çok güvendiği yerinin gözleri olduğunu biliyor muydunuz ? Biz bilmiyorduk. Bir arkadaşımızın Sezen Aksu röportajı yaparken çektiği bir fotoğraftan öğrendik. Fotoğrafın ne amaçla çekildiğini sorduğumuzda da, arkadaşımız SezenAksu'nun kendisine aynen şunları söylediğini anlattı: "Bir kişi ünlü olmaya görsün, hemen oram güzel, buram güzel diye ortaya atılır. Baktım, güzelliği ile övünenler her gün biraz daha artıyor. Ben de oturdum en güzel yerimi seçtim. Tanrı aşkına söyleyin ! Benimkinden güzel bir çift göz daha düşünebiliyor musunuz ?" Sonra mı? Sonra da bastı kahkahayı. Siz fotoğrafa bir bakın. Ondan sonra da karar verin. (3 Aralık 1979 / HEY)
Her şarkı bir öyküdür; çoğu zaman da hayatın ta kendisi... Dolayısıyla iyi bir şarkı, müzikal alt yapının yanı sıra sağlam sözlere de sahip olmalı. Çünkü müzik, kitleleri doğrudan etkileyen, gündelik hayatımızın içinde bize her koşulda eşlik eden en yaygın araçlardan biri. Dinlenen müzik, bireyin birlikte olduğu grubu ve bu birlikteliğin yer aldığı mekânı da tanımlayan bir davranış biçimi olduğuna göre; içinde yaşadığımız toplumu anlamada ya da değişimi görmede en kestirme yollardan biri de şarkılara bakmak… Ve kadınlara! Kadınların söylediği ya da sözlerini yazdığı şarkılara bakmak, kadının yaşanılan andaki yerini, yetiştirdiği çocukları, âşık olduğu adamları da görmek demek. Popüler müzik tarihimize baktığımızda; ellilerden bu güne değin şarkılarda gözlenen değişim, bireyin, toplumun değişimine de ışık tutuyor. Özellikle de kadınların. Büyük mücadelelerle sahneye çıkan kadının var olması, tutunması çok da kolay değildi o yıllarda. Zaten sayıca çok fazla değillerdi. Topu topu üç beş kişi; Sevinç Tevs, Rüçhan Çamay, Ayten Alpman çıkışlarını cazla yapan bu dönemin isimleri olarak yer aldı müzik tarihinde. Altmışlı yıllar ise değişimin, yüzümüzü kendimize dönmenin yıllarıydı. İngilizce şarkılar yerine, Türkçe sözlü şarkılar devrinin başlamasının yanında, türküleri de modernize ederek çok sesli hale getirme çabalarının olduğu bir dönem. Ancak kadın şarkıcı sayısında henüz bir patlama yaşanmamıştı. Ayten Alpman, cazdaki ısrarını sürdürememiş, ister istemez aranjmanlara yenik düşmüştü. Buna karşın, hep iyi şarkıların yorumcusu olarak yer alacaktı. Gönül Turgut, Ayla Dikmen, Füsun Önal, Ajda Pekkan, Ay Feri, "Burçak Tarlası" adlı 45'liğiyle Anadolu pop akımının öncüsü olan Tülay German o dönemin önemli isimlerdendi.. Yetmişler ise kadın şarkıcı sayısında patlamanın yaşandığı bir dönem oldu. Nükhet Duru, Nilüfer, Yeliz, Yeşim, Şenay, Seyyal Taner, Zerrin Özer, Tülay, Hümeyra, Ayla Algan, Işıl Yücesoy gibi bir çok isim pop müzik içersinde yerini almış, şarkılarını söylemeye başlamışlardı artık. Ellilerden, yetmişlerin ikinci yarısına kadar olan dönemde kadınların seslendirdiği şarkılar her ne kadar naif, sevdiğini evde bekleyen, edilgen kadın portreleri sunsa da, aslında var olma mücadelesi içersinde ayakta durmaya çalışan, bir yanıyla da güçlü kadın söylemlerinden oluşuyordu. Ayla Dikmen "Hu Bismillah" adlı şarkısıyla, "hu bismillah” diyerek kafa çekerken, Şenay da "Sev Kardeşim" diyecek, kardeşlik, barış gibi mesajlar verecektir. Füsun Önal ise "Flört" adlı şarksında kapıyı gösterecektir sevgilisine. Hümeyra, söz ve müziği Bora Ayanoğlu'na ait olan "Adım Kadın" adlı şarkısında "Ben bir dilsizim, silkemem ki yükümü, gözlerimde ürkeklik, kimse bilmez küsümü” sözleriyle kadının ezilmişliğine, birey olamama sorununa değinecektir. İlk, belki de tek starımız olan Ajda Pekkan ise önceleri erkeği tarafından seçilmeyi bekleyen, terkedilmiş kadın öyküleri anlatırken (Üç Kalp, Olmadı Gitti adlı şarkılardaki gibi), Fikret Şenes'le çalışmaya başladıktan sonra tek başına ayakta duran, "kapı açık arkanı dön ve çık” diyebilen, hatta erkek gibi çapkınlık yapan, karşısındaki erkeğin sözlerine inanmayacak kadar kurt bir kadının sesini yansıtır. "Kimler Geldi Kimler Geçti" diyerek özgürlüğünü ilan eder. Yetmişlerde adını duyuran ancak seksenlerde yerini daha da sağlamlaştıran Selda Bağcan ve Melike Demirağ politik şarkılarla adlarını duyurdular. Bu şarkılara kadının sorunlarından çok daha genel, politik konular hakimdi. Elbette ki seksenlerde yıldızı iyice parlayan ve pop müziğe doksanlı yıllarda damgasını vuran Sezen Aksu da bir fenomen olma yolunda ilerleyecekti. Seksenli yılların ikinci yarısından itibaren, yani darbeden sonraki süreçte, kentleşme çabaları, kapitalizmin iyice kök salması, tüketim toplumuna doğru hızla yol almamız ve ekonomik nedenler… birçok kadının evden dışarı çıkmasına, yaşam içersinde daha aktif yer almasına neden oldu. 2000'li yıllara geldiğimizde ise özgür kadın, kentli kadın prototipleri, reklâm yıldızı "Özgür Kız" Nil Karaibrahimgil'in şarkısındaki gibi "Çocuk da yaparım kariyer de” nidalarıyla şarkı söylemeye başladılar. Bu şarkılar, yetiştirilmek istenen, on dört on beş yaşlarında kolejli kızların, ileride plazalarda, moda dergilerinde çalışacak ya da bu dergilerden beslenecek yeni jenerasyon kızların marşı niteliğindeydi. Toplumun başka kesimlerine, örneğin varoşlara ya da varoşlara yakın yaşayan kesime baktığımızda, buradaki kızların kabuğunu kırma, yani sınıf atlama özlemine şahit oluyoruz. Tele volelerdeki yaşama, mankenlere özenilen bir hayat biçimine duyulan, ya da özendirilen bu topluluğun şarkıcıları diyebileceğimiz; Ayşe Hatun Önal'ın "Çeksene Elini", Ayça Tekindor'un "Yıkılıyo"su, Demet Akalın'nın beddualı şarkıları, Petek Dinçöz ve Tuğba Ekinci gibi şarkıcıların da dinleyicilerini çabuk yaşanan, hızla tüketilen, tek reçetelik ya da kontör bittiğinde sona erecek aşklara yönlendirilmesi söz konusu. Ekinci "Daha yeni, yepyeni yüklettim, kalbime aşkı merkezden, birini buldum tam benlik… Bitmez sandım, ne zaman bitti anlamadım, 300- 500 kontör bitti, yeni bir sevgili bulmalıyım, kontörleri doldurmalıyım” diyor bir şarkısında. Bir başka şarkısında, "O Şimdi Asker”de ise askerdeki sevgilisine rüyada görünerek onu cinsel doyuma ulaştırmayı isteğini ifade ediyor. Görüntüsüyle de seyircide toptan boşaltma arzusu uyandırıyor; böylece kadının asli görevini de hatırlatıyor! Oysa Sezen Aksu yıllar önce, ta 1996 yılında, yatağını da, gönlünü de sevdiğine açarken "Yeter ki onursuz olmasın aşk” diyordu. Henüz o zamanlar ar damarımız tam olarak çatlamamış ya da Sezen Aksu, Umay Umay gibi isimler bizi kurtaran, yaralarımıza parmak basan şarkılarla bir nebze olsun nefes almamızı sağlamıştı. "Ağzı Bozuk Aşk Mektubu" adlı albümünde Umay, aşkı, hayatı ve kendini tanımlarken "kendimi yakarak, sarı ve sıcak, kendimi yalayarak, tükürerek, durup kusarak öğrendim” diyecekti. Aşk zalimdi! Hayat da zalimdi ve Umay Umay önündeki tuzakları görüp, ne kendini, ne de dinleyicisini kandıracaktı. O, hem yaşamda, hem de şarkılarında dürüst ve ayrıksı bir kadındı. 2000'lerde yıldızı iyice parlayan Hande Yener de, ilk çıktığı günden bu yana değişim gösteren, bir anlamda sınıf atlayan bir şarkıcı. Son albümünde "Aşka Zaman Gerek”, "Aşk Kadın Ruhundan Anlamıyor” diyecek ve kliplerinde, arkasında bir ordu erkeği dekor olarak kullanma yoluna gidecekti. Bir başka isim Yıldız Tilbe ise, arabeskvari söylemiyle ezilmiş bir kesimi şarkılarıyla içine çekerken, samimiyeti ve pervasızlığıyla da üst kesimin ilgisini çekecekti. Elbette her kesime göre çeşitli şarkılar, şarkıcılar var. Ne demiş Emily Dickinson; "Ruh Seçer Kendi Topluluğunu”. Ruh da, birey de seçiyor topluluğunu. Kendilerini bu müzik anlayışlarının dışında hisseden kızlar rock ve türevlerini dinliyor. Artık rock müzik de popüler müzik listelerinin başlarında yer alıyor. Yeni nesil, geçici rockseverler tercihlerini popüler olmuş rock müzisyenlerinden yana kullanıyor. Örneğin, rock müziğin son yıllarda öne çıkan sesi Şebnem Ferah, Amerikan kültürüne yakın, daha modern, doğuştan kentli olan, ekonomik olarak orta ve üst düzeyde geliri olan, yabancı dil bilen, sevgilisiyle tatile, konserlere rahatça gidebilen kızların müzisyeni. Şarkılarında, çoğunlukla kadının birey olabilme çabasına değinen Ferah "o küçük kaygan delik”in önemini ya da önemsizliğini de kimi zaman örtük, kimi zaman da aleni, şarkılarına yansıtabiliyor. Ancak, buraya değil, başka bir dünyaya aitmiş gibi görünen şarkıları, Tori Amosvari tavrıyla içe dönük, kendine kapaklanmış bir kadın izlenimi veriyor. Nazan Öncel ise sokakların asi kızı; pervasız, lafını sakınmayan, kimi zaman kaba, erkeksi bir söylemle "Sokarım politikana” diyebilen öfkeli bir kadın. Erkeğin peşinden yas tutmayan, ucuz şaraplar içen, hiç çocuk olmayan, erken yaşta büyümek zorunda kalan bir portre. Şarkılarında lafı hiç dolandırmayan, naz niyaz yapmayan Öncel, yatılacaksa yatalım, sevişilecekse sevişelim dobralığını koyuyor ortaya. Gerektiğinde "Hüp diye içine çek beni” diyerek sözü de, tabuyu da kıran, ama aşkına sonuna kadar sarılan, sahip çıkan biri. Nazan Öncel, erkeklerin dünyasında, yine erkeklerin silahıyla, söylemiyle "karşı tavır” oluşturan cesur bir söz yazarı, iyi bir yorumcu. Bu tavır kimi zaman itici gelse de, o hep bir yabanarısı gibi aramızda dolaşan, aslında çok korktuğu için cesur olmak zorunda kalan, şarkı sözlerinde estetiği bilerek, isteyerek törpüleyen bir kadın. Ne gariptir ki, daha çok otuz yaş üzeri erkekler tarafından dinlenen bir kadın. Ancak büyük kitleleri etkilemiş, kitleselleşmiş, boyu küçük, kendi büyük dev bir kadın var karşımızda. Her şarkısı bir manifesto niteliğinde olan Sezen Aksu, iyi bir yorumcu olmasının yanı sıra, sadece söz yazarı değil, iyi bir şair olarak da kabul edilebilir. Kimi zaman erkeklerle dalga geçerken kimi zaman da peşlerine takılıp "seni yerler, ham yapar bu zilliler” diyerek laf atar. "Onu alma, banane, beni al” diyerek kendi hemcinslerinin arasındaki rekabete de değinir şarkılarında, ama ne aşkları ayağa düşürür, ne de kendi yaşadıklarını. Hatta erkekleri baştan çıkarıcı sözlerinde bile yoğun bir ironinin yanında estetik kaygıdan vazgeçilmemiş sözlere imza attı Sezen Aksu. Aslına bakarsanız, yazdıklarıyla kimi zaman eleştiri alsa da, toplum olarak o kırılmanın ve değişimin şarkılara nasıl yansıdığını görmemiz açısından ayrıca incelenmesi gerekiyor Sezen Aksu şarkılarının. Yıldız Tilbe'den Candan Erçetin'e, Göksel'den, Sertab Erener'e, Işın Karaca'dan, Burcu Güneş'e kadar çok fazla kadın şarkıcı var. Her biri kendi sesiyle, yorumuyla katılıyor hayata. Ancak bu artışın aldatıcı olmaması için, nicelikteki artışın, niteliğe de yansıması gerekiyor. Tıpkı Pamela'nın "Çok Güçlü Olmak Lazım" adlı şarkısında söylediği gibi: "Evet demeye alışmış kadınlar, çok güçlü, çok dikkatli olmak lazım, çok sevmek ama çok gerçekçi olmak lazım!” (Deniz Durukan'ın birzamanlar.net 'teki yazısı)
Uçsuz, bucaksız bir alanın içinde yüz binlerce kişiydik. Şarkı söyleyen kadın bendim. Normalde olmayan bir şey oluyordu sahnede. Şarkı söylerken hiçbir şey düşünmek mümkün değildir. Oysa ben hem şarkı söylüyor hem düşünüyordum. Bir meditasyon anı gibi... düşünceler ben çağırmadan geliyordu. Olağanüstü güvenlik önlemleri, polisler, tanklar, silahlar, telsiz konuşmaları, son derece gergin ve telaşlı görevliler, korumalar, onlarca gazeteci, kameraman... Neredeyse hepsinin yüzünde, her an tatsız bir olay çıkabileceği endişesi... Ve bu kadar sert bir gerçekliğin ortasında rengarenk giysileriyle ruhlarından, bedenlerinden hayatiyet fışkıran; çoluk, çocuk, genç, yaşlı bir daha aklımdan çıkması mümkün olmayan insan denizi. Ben, yirmi sekiz yıldır sivil hareketlerin dışında, her türlü siyasi görüş ve tavıra eşit mesafede durmaya çalışan Egeli Sezen, Diyarbakır’ın orta yerinde nasıl oluyor da bütün şarkıları yüz binlerle bir ağızdan söylüyorum. Kelimeler de ben çağırmadan geliyorlar. “Bu hüzünlü dünya macerasında hala parçalanmaya direniyorsak, bunun bir tek sebebi olmalı: Ortak duygu, ortak akıl.” O kadar düşünmeden konuşuyorum ki, zaten unutuyorum ne dediğimi. Ta ki, Müjde ile Meral hatırlatıncaya kadar. Düşle gerçek arasındaki o bulanık çizgide seyreden herkes gibi besbelli iyice karışmışım. Havaalanındaki karşılama curcunasından net olarak aklımda kalan tek şey, kara üzüm taneleri gibi iki çift göz... onlar hiç gitmiyor gözümün önünden. Dallı, güllü bayramlık elbiseleriyle kendi boyları kadar bir çiçek buketini elime tutuşturan iki kız çocuğu. Öyle durup bakışıyoruz bir süre. Sonra refleks olarak eğilip öptüğümü hatırlıyorum. Kimbilir onlar bu anı ilerde nasıl hatırlarlar. Ben kendini başkasının yerine koyma ve anlama üzerine binlerce kez kurduğum cümlelerin anlamıyla tanışıyorum. Ete kemiğe bürünmüşler karşımda duruyorlar. İliklerime kadar hissediyorum. Hangi şarkıydı unuttum...Korumalarla göz göze geldik. İçimdeki ses “burada bulunan hiç kimse bu kutlamanın zedelenmesine izin vermeyecek” dedi. Haklı çıktım. Elimi tutmak için itişip kakışan genç çocuklara uzandım sahneden. Engel olmadılar. Derken dönüş yolundayız. Milim milim ilerliyor minibüs. Dudaklarını, ellerini cama yapıştıran çocuklara yetişmeye çalışıyorum. Hayatın normal akışı içinde ölçüsü kaçmış bir hezeyan hali gibi, neredeyse rahatsızlık verecek kadar taşkın bir durum. Ama burası Diyarbakır... Görünenin arkası, sahnede yediğim ayazdan daha yakıcı... 96 yılıydı. Çok acı çektiğimiz günlerden biriydi. Kardeşimle, fizik üstüne bir şeylerden söz ediyorduk. Kara delik dediğimiz, enerjilerini tükettikten sonra kendi kütlelerinin çekim gücüyle kendi üstlerine çöken ve herşeyi yutan büyük yıldızlardan. Acı o kadar yoğun ve keskindi ki, biraz da umursamazca sordum, “hiç ümit yok yani...” “Var” dedi kardeşim, “olay ufku”. Bir fizik terimi...” Sonra anlattı.”Kara deliğin, ışığın çıkmasına izin verdiği öyle bir uzaklık noktası var ki, oradan bakınca yeniden ışığı, gelmiş geçmiş bütün zamanları, yani sonsuz bütünü görebilirsin.” İhtiyaçtan doğan bir sohbetti ve o sırada bana iyi geldi. “Ne kadar uzak olursa olsun, ümit ümittir,” diye düşündüm muhtemelen. Ben Diyarbakır’da şunu gördüm. Oradaki bütün insanlar çok şey öğrenmişler. Olağanüstü bir iç disiplin ve siyasi bilinci hergün biraz daha geliştirerek ağırbaşlılıkla bekliyorlar. Herkesin beklediğini... Biraz ilgi, biraz sevgi, biraz adalet... Ben bunları niye yazdım? İçimden öyle geldi. İşte hepsi bu... (Sezen Aksu'nun Diyarbakır konseri sonrası gazetem.net 'e konuk yazar olarak yazdığı yazı)
'Işıl Işıl' isimli albümü ile dikkatleri üzerine çeken Yıldız Kaplan, hem yeni albümünün hazırlıklarına başladı hem de ilk albümünün dördüncü klibini çekmek için kolları sıvadı. Yoğun günler geçiren güzel şarkıcı, bir yandan da ünlü sanatçı Sezen Aksu'ya sürpriz yapmaya hazırlanıyor. Kedileri çok sevdiği bilinen Sezen Aksu'ya hediye etmek için bir İran kedisi arayan Yıldız Kaplan, neden özellikle İran kedisi istediğini ise şöyle açıklıyor: "Çünkü onlar akıllı, sakin, narin, uyumlu, iyi huylu ve sevecen oluyor. Evcil kedi cinsleri arasında en eski ve bir o derecede popüler olan İran kedileri, uzun tüyleri ile çok havalıdır. Ben SezenAksu'ya özel bir armağan vermek istediğim için tercihimi İran'dan yana yaptım." Kaplan, ayrıca hazırlıklarına başladığı yeni albümü için SezenAksu'dan yeni bir şarkı almak istediğini söyledi. (13.03.2006 tarihli Sabah'la Günaydın'dan)
* Sezen'le bahçede oturuyorduk. 'Alsana şu gitarı 9/8'lik bir şarkı yazmak istiyorum' dedi. '9/8'lik bizim halkımızın toprağımızın ritmidir, bu çok bize özgü bir şey böyle bir şey yapalım' dedi. ben gitarda bir şeyler ararken o hazırmış zaten dök ülmeye başladı. * Sezen her şeyden önce benim dostum. Çok büyük bir sevgi var aramızda. Sezen Aksu insan şarkısı yapıyor. Çok hayatın içinden ve insana özgü şarkılar yapıyor. Bu kadar fazla değip dokunmasının nedeni de bu zaten. Çok insanca şarkılar yapıp, halkın dertlerini yansıtma dilini çok iyi kullanıyor. Hani bana yönelik ya da başkasına değil. * Ben albümün isminin 'Müzisyen' olmasını düşünüyordum, aynı zamanda bunu Sezen'de düşünmüş. O kadar aynı koordinattanız ki. * Oğlu Mithat Can'ın şarkıları aranje etme fikri Sezen'indi. Çok farklı fikirler üreten bir çocuk çok genç bir beyin. Aranjeyi yaptığı arkadaşlarıyla o kadar güzel bir enerji ortaya çıkardılar ki bayıldım. Aslında sadece 'Karşıyım'ı yapacaklardı ama ben o kadar beğendim ki başka bir şarkı daha verdim çok şaşırdı. Mithat Can kendine çok iyibakan,sağlıklısaygılı her bakımdan çok şeker bir çocuk. (12.03.2006 tarihli Sabah'la Günaydın'daki Harun Kolçak röportajından)
Vatan yazarlarından "Son Mohikan" Arda Uskan, Yeşilçam'dan politikaya, kimi komik kimi tuhaf anılarını kitaplaştırdı. Türkiye'nin son 40 yılının panoramasını çizen Fareli Köyün Kavalcısı adlı kitabı okurken gülümsediğiniz de olacak, içinizin burkulduğu da. SEZEN'İN MÜJDE AR UYARISI Bir gün Amerika'dan dönen Sezen, bundan böyle Müjde'ye nasıl davranmamız gerektiği konusunda uyarılarda bulundu. Sezen Amerika'ya gittiğinde, Aysel'in (Gürel) orada yaşayan ablası ve kocasıyla tanışıyor. Sezen'e göre "Teyze ağır vaka." Bir gün Arizona çölünde gidiyorlarmış arabalarıyla. Karı koca arasında kavga çıkıyor. Müjdenin teyzesi çok konuşunca, kocası karısının elini ayağını bağlıyor, ağzına da bir bandaj koyuyor, doğru arka koltuğa... Ama kadın orada da rahat durmuyor ve ayaklarıyla direksiyondaki eşini sürekli tekmeliyor. Haliyle araba zikzaklar çizerek gitmeye başlıyor. İki dakika sonra tepede bir helikopter... "Sağa çekiniz, sağa çekiniz..." Neyse arabayı durduruyor adam. Polisler gelip teyzenin ağız bandını söküyorlar. Teyzeden ilk laf şu: "Bunu tutuklayın Rus casusudur." Meğer koca da zamanında Rusya'da filan bulunmuş... Alıp götürüyorlar adamcağızı. İşin aslı anlaşılana kadar epey terletiyorlar.. Hikayeyi şöyle bağlamıştı Sezen. İşte böyle arkadaşlar. Arkadaşımız Müjde'nin teyzesi bu haleti ruhiye içersindedir. Eh Aysel de malum. Bu kıza bundan böyle nasıl davranacağınızı arük biliyorsunuz. Sürekli alttan alınacak. O ne diyorsa öyledir. (12.03.2006 tarihli Vatan Pazar'dan)
Türkiye'de müzik kültürü uluslararası bir kongrede masaya yatırılıyor. Bilkent Üniversitesi ile Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın düzenlediği "Uluslararası Tarihsel Süreç İçinde Türkiye'de Müzik Kültürü ve Müzik Müzesi Kongresi" 29 Mayıs'ta İstanbul Askeri Müze'de gerçekleştirilecek. Kongre, Fazıl Say'dan Sezen Aksu'ya, Orhan Gencebay'dan Şebnem Ferah'a kadar pek çok ünlü sanatçı ile akademisyen, uzman ve araştırmacıyı buluşturacak. Şakir Eczacıbaşı'nın başkanlığını yapacağı ilk oturumda 'Kongre Amaç ve Tanıtımı' ele alınacak. İkinci oturumda İlber Ortaylı'nın başkanlığında 'Osmanlı, Mehter ve Din Müzikleri' konuşulacak. Kongrede ele alınacak konular popüler müzikten operaya, tasavvuftan Anadolu müziğine kadar geniş bir yelpazede işlenecek. Erkan Oğur'un 'Perdesiz Gitar ve Türk Müziği', Okan Murat Öztürk'ün 'Bağlamada Yerel İcra Teknikleri', Cihat Aşkın'ın 'Türk Müziğinde Keman İcrası', Yurdal Tokcan'ın 'Geleneksel Ud İcrası' ve Derya Türkan'ın 'Klasik Kemençe ve Türk Musikisi' başlıklı atölye çalışmaları, kongrede izlenebilecek etkinlikler arasında yer alacak. Kongre çerçevesinde konuşmacı olarak yer alacak ünlü konuklar ve konu başlıkları şöyle: Fazıl Say: Türkiye'de Piyano Müziği Orhan Gencebay: Arabesk Müzik Cahit Berkay: Anadolu Pop-Rock Bülent Ortaçgil: Türkiye'de Popüler Şarkı Besteciliği Timur Selçuk: Geleneksel Müziklerin Popülerleşme Süreci Şebnem Ferah: Türkiye'de Pop-Rock Sezen Aksu: Popüler Müzik (12.03.2006 tarihli Sabah'la Günaydın'dan)
Vakt-i zamanın Harun Kolçak-Aşkın Nur Yengi düeti Bile Bile, abartısız, hayatımda en sevdiğim şarkılardan biridir. Ki bunu, düetlerden pek hazzetmeyen bir insan olarak söylüyorum. Muhtemelen bu durumun, mevzuun içinden SezenAksu’nun geçmesiyle alákası vardır. Zira albümde ilk olarak Sertab Erener’in seslendirdiği Yalnızlık Senfonisi’ni ilk kez sahnede, Sezen Aksu-Uğur Yücel düetiyle dinlemiştim. Belleğimin mücevherat kasasında muhafaza ettiğim üç-beş dakikadır... Bugün bile zihnimde canlandırdığımda, tüylerim diken diken oluyor. Neyse... İlk albümlerinden sonra Aşkın Nur Yengi’nin de, Harun Kolçak’ın da hiç mi hiç hazzetmediğim sürü sepet şarkısı, albümü, hatta Kolçak’ın Ünlüler Çiftliği’ne bile girdiğini düşününce, icraatı olmuştur. Yine de sırf o şarkının hatırına bile olsa, her ikisinin de nezdimde bir ömürlük kredisi olduğunu söyleyebilirim. Geçenlerde bir dost muhabbetinde bahsi döndü: "Sezen Aksu da akıllı kadın valla; gençlere eski şarkılarını veriyor olması ticari açıdan çok başarılı bir kurnazlık. Hem şarkının popülaritesi cilalanıyor hem yeni beste yapmasına gerek kalmıyor hem de paraya para demiyor" dedi biri... Anında bunun "ticari zeká"yla alákalı olmadığı şeklinde itiraz eden bir uğultu tufanına kestik. Birimiz "Eh, olsun o kadar, kadın nesiller boyu dinlenecek evladiyelik şarkı yapıyor; biz nasıl Dün Bir Tepeden Baktım Sana Aziz İstanbul’u dinliyorsak, bizim torunlarımız da Yarim İstanbul ya da İstanbul İstanbul Olalı’yı, çeşit çeşit ayrı yorumcudan dinleyecek elbet" dedi. Birimiz "Piyasada en iyisinden en paçozuna kim varsa, beste versin diye kadının kapısında yatıyor; Gülşen mülşen, eski şarkılarını seslendirmesine izin verdiğine dua etsin" dedi. Birimiz "Yeni bestelerini verirken de o kadar adam kayıracak tabii; vefakár kadın; hakkını yemeyelim lütfen; pekálá kendisine saklayabileceği bir içim su şarkılarını, hálá eski göz ağrılarına ve gözüne kestirdiği, güvendiği yeniyetmelere veriyor ya işte" dedi. Atatürk büstüne yumurta atıp da halk tarafından linç edilme tehlikesiyle yüz yüze gelmiş gibi pıstı kaldı bizimki. KONU NEYDİ? Yine neyse, diyelim... Bir konunun içinden Sezen Aksu geçmesin, lafa doyamıyor çalçene gönül. Oysa bu yazının esas oğlanı Harun Kolçak; Harun Kolçak’a gelelim... Kolçak’ın beş yıl aradan sonra, albüm bültenine göre "müzisyenliğini konuşturduğu" ve Onno Tunç’a ithaf ettiği yedinci albümü Müzisyen’in çıkış şarkısı, sözüyle müziğiyle yeni bir Sezen Aksu eseri bildiğiniz gibi: Karşıyım... Klip, eski Kanal 6 stüdyolarında, 16 mm.’lik filme, Tamer Aydoğdu yönetiminde çekilmiş. Kolçak’ın uzun süredir albüm piyasasından uzak olmasından dolayı, klipte dikkati onun üzerine yoğunlaştırmaya çalışmışlar; dolayısıyla konunun içinden konu mankeni filan geçmiyor. İsabetli bir yaklaşımdır naçizane fikrimce. Böylesi tavır koyan, kişisel bir şarkının üzerine bir de görsel hikáye yazmak, fuzuli bir hamle olurdu. Son derece civelek bir müziği olan Karşıyım’ın klibinde Harun Kolçak, haberi de yapıldığı üzre hakikaten CMYLMZ’ın posterini andıran bir gardırop politikası gütmüş. Siyahları çekmiş, şarkısını söylüyor: "Karşıyım, her şeye karşıyım, var mı? / Rabbim adaletin bu kadar mı? / Karşıyım, alayına karşıyım, var mı? / Rabbim adaletin bu kadar mı?" KATEGORİZE ETMEYELİM Hikmetinden sual olunmaz ya, insan isyanlara gelmeden de yapamıyor sık sık. Harun Kolçak da şarkı gıdıkladığından mıdır, promosyon icabı mıdır, albüm çıktığından beri verdiği hemen her röportajda, karşı olduğu şeyleri sayıyor bir bir: Alkol, esrar, kokain gibi bağımlılıklar bir yana, insana bağımlılığa bile karşı... Deri giymeyecek kadar katı bir vejetaryen olmasına rağmen, canı isterse et yiyebilir; eskiden çok içki içtiği ve uzun bir süredir ağzına içki sürmediği halde, canı isterse her an bir kadeh şarap içebilir; çünkü niye; çünkü her türlü kısıtlamaya karşı... İçinde bulunduğu ortamın ilişkilerine, sigara dumanlı yerlere, ellerinde kadehlerle hava basan zengin erkeklere, mutsuz kadınlara karşı... Mansur Ark, Kubat ve Ayşen hoşuna gidiyor, onların dışındaki müzisyenleri dinleyemiyor; tahammülü yok; piyasa popçularına karşı...Genelleştirmelerin topuna karşı... Anlayacağınız Harun Kolçak, bu aralar "karşının taksisi" nev’i "karşının şarkıcısı..." Ben ki en çok kendime karşı bir insanım, Harun Kolçak’ın benim kadar kendi bokuyla kavga etmediğini temenni edebilirim bir tek. İnsan kendine giriştiğinde, kan çıktı mı, çıkan kan yakınındakilere sıçrıyor zira. Ne kadar yakın, o kadar kanlı... Üzülmesine üzülüyorsun ya, insan bir kez kendisiyle kapışmayagörsün, o savaş yüzyıl savaşları boyutlarında uzuyor da uzuyor, hatta gittikçe daha hunhar bir hál alıyor; bitmeler bitmeler bitmeler bilmiyor. Ve maalesef tütmeyen sigara olmadığı gibi, çevrene yansımayan bir içsavaş da yürütülemiyor. İnsan, başkalarını, kendine verdiği zarardan ancak bir yere kadar sakınabiliyor. Yapacak bir şey yok; elden bir şey gelmiyor. Savaşa da karşıyız ama neylersiniz ki barış da bize karşı. Hey güzel Rabbim, adaletin bu kadar mı? (Ebru Çapa'nın 11.03.2006 tarihli Hürriyet'teki yazısı)