25 Mart 2006

Harula - Haris Alexiou

Henüz on yaşındayken, ailesiyle birlikte ve hiç anlamadığı bir şekilde doğduğu topraklardan, İzmir’in Bulgurca Köyü’nden, "asıl vatanı"na, Yunanistan’a göç eden küçük bir kızın torunu o. Yani komşunun kızı olduğu kadar, kökleri bir yanıyla İzmir’de olduğu için, akrabamız sayılır.
Öyle olmasa da 30 yıldır fazlasıyla aşina bir ses bizim için. Türkiye’de yıllardır dönüp dönüp defalarca dinlenen ve neredeyse klasikleşen "Olmasa Mektubun"ların, "Telli Telli"lerin, "Maskeli Balo"ların orijinal, alabildiğine karizmatik sesi. Kendi dilinden söylediği şarkılarla da tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de çok sevilen Haris Aleksiyu. 30 yıllık sanat hayatına tam 30 kişisel albüm sığdırmasıyla, aldığı uluslararası ödüllerle, dilden dile dolaşan şarkıları ve milyonlara ulaşan konserleriyle, bir Yunan müziği klasiği. Türkiye’de biraz Yunanistan’ın Sezen Aksu’su olarak tanınması boşuna değil; aynı Aksu gibi sevdi onu Türk dinleyici, şarkılarını aynı ona yaptığı gibi hep birlikte söyledi, onunla da çok ağladı. Aleksiyu, Türkiye’de 9 Mart’ta piyasaya çıkan Antoloji albümünün tanıtımı için önümüzdeki hafta, İstanbul’a geliyor. Bu albüm herhangi bir albüm değil; 38 klasikleşmiş ve iki de hiç yayınlanmamış şarkısından oluşan, iki CD’lik, 40 şarkılık bir külliyat. Bir ressamın restospektifi gibi; geleneksel Yunan şarkılarından, rebetikodan, baladlardan ve daha modern şarkılardan oluşan 30 yıllık birikiminin bir derlemesini içeriyor, onu anlatıyor. EMI Müzik Türkiye, Yunanistan’da bir buçuk yıl önce yayınlanan bu Antoloji’yi orijinal haliyle Türkiye’de piyasaya çıkardı. Yıllarca Aleksiyu’yu daha çok korsan kayıtlardan dinleyen Türk dinleyicisi için bu bir ilk. Aleksiyu ise Türkiye ile yeniden kucaklaşacak olmaktan memnun görünüyor. O gelmeden, biz ona gittik, Yunan divasını, 56 yaşına rağmen estetik görmemiş güzelliği ve hayat hikayesiyle hatırlatmak istedik.27 Aralık 1950’de, Atina’ya 80 kilometre uzaklıktaki Thivali’de doğar Haris Aleksiyu. Bahçesine buğday, pamuk eken, bağlarda üzüm yetiştirip şarap yapan Bay Thanasis’le, Bayan İfigenia’nın ikinci çocuğu olarak, ağabeyi Yorgos Sarris’ten iki yıl sonra... Doğduğu yer itibarıyla doğayla; içinde bulunduğu aile itibarıyla şarkılarla, birlikte yaşadıkları komşular itibarıyla da Anadolu’yla içiçe bir çocukluk geçirir.
İZMİR ŞARKILARIYLA BÜYÜDÜ
Doğduğu ev, herkesin her fırsatta şarkılar söylediği bir yerdir. Komşuları, 1924 mübadelesinde Türkiye’den Yunanistan’a gönderilen ve Yunanistan’da da "Türk" diye karşılanıp bir şekilde dışlanan insanlardır. Ama onun hayatının şekillenmesinde önemli rol oynarlar. Bir kere, kendi bildiklerinden, "yerli"lerden farklıdırlar, en azından daha eğlenceli. Anneannesi de onlardan biridir ve çocukluğu onun sesinden İzmirli Rum bestecilerin şarkılarını dinlemekle geçer. Anne babasının söylediği geleneksel Yunan şarkıları ve ağabeyiyle onun dinlediği daha modern şarkılar, onlarla harmanlanır. Zaten çok benzeşirler. Sonradan yapacağı müzikte, hepsinden bir etki olacaktır muhakkak.
Ancak o henüz sekiz yaşındayken mutlu günler biter; babasını çok genç, 35’inde kaybederler ve yine genç yaşında kaybedeceği annesiyle birlikte Atina’ya, anneannesinin muhacir mahallesindeki evine taşınırlar. Atina’da hayat zorlaşacak ancak evdeki şarkı söyleme geleneği hiç sonlanmayacak; Rebetika’lar, Zimirneyka’lar ve İzmir şarkıları hep yankılanacaktır odalarda. Anneannesinin sesinden, bazen Rumca, bazen de Türkçe.
Türkleri hiç unutmayan, son yıllarına kadar bir Türkçe şarkı duyduğunda gözyaşlarını tutamayan anneannesi nedeniyle, sonraları, yani büyüdüğünde ve ona bazı "gerçekler" anlatıldığında, nefretin nereden geldiğini anlamakta güçlük çeker. 18 yaş civarındayken bir tuhaflık olduğunu farkeder, sormaya, okumaya başlar.
Türkleri hiç unutmayan, son yıllarına kadar bir Türkçe şarkı duyduğunda gözyaşlarını tutamayan anneannesi nedeniyle, sonraları, yani büyüdüğünde ve ona bazı "gerçekler" anlatıldığında, nefretin nereden geldiğini anlamakta güçlük çeker. 18 yaş civarındayken bir tuhaflık olduğunu farkeder, sormaya, okumaya başlar.
Onun tanıdığı Anadolulu Rumlar, Türklere nefret beslemeyen, ancak kaybettiklerinden dolayı acılı insanlardır. Daha şehirli, daha medeni, daha yumuşak. Kadınları daha canlı, bakımlı. Onlar geldikten sonra sıkıcı bir köy hayatına sahip olan Thivali’de bile hayat daha bir renklenmiştir, ona göre. Ticareti de onlar öğretmiştir "yerli"lere; hatta "Ana"sı Atina’da bir "bakkaliko" açmış, o da ağabeyiyle yıllarca ona yardım etmiştir.
Tüm çocukluğu ve gençliği şarkı dinlemek ve söylemekle geçer ancak şarkıcı olmak aklının ucundan bile geçmez. Çünkü şarkılar o kadar hayatıdır ve şarkı söylemek gelir sağlayacak bir iş olmaktan çok o kadar oyundur ki... 1970’te, Yunanistan üç yıldır Albaylar Cuntası’nın diktatörlüğü altındayken, liseyi bitirdiğinde ne yapacağını bilemez bu yüzden. Bir ara mimar olmaya, bir ara modaya merak sarar.
YUNANİSTAN’IN HARULA’SI
Ancak, bugün kendisi gibi müzisyen olan ağabeyi onun kadar kararsız değildir, kardeşini de teşvik eder. Bir gün, bir arkadaşıyla "Haris çok güzel söylüyor, dinlemelisin" der ve kardeşini bir mekana götürür. 19 yaşındaki Haris, daha çok entelektüellerin gittiği bu mekanda ilk dinlendiğinde keşfedilir ve ertesi akşam orada şarkı söylerken bulur kendini. Anneannesini o sıralar kaybeder ve onu bir dünya sanatçısı olmaya götürecek insanlarla o yıllarda tanışır.
Ünlü şair ve şarkı sözü yazarları Lefteris Papadopulos, Manolis Rasulis, Lina Nikolakopulu, Nikos Gaços, besteci Mikis Thedorakis, efsane müzisyenler Manos Hacidakis ve Manos Loizos gibi ustalarla o yıllarda tanışır. Büyük bir okuldur bu atmosfer onun için, halen mezun olmuş gibi hissetmediği: Sünger gibidir, sürekli yeni şeyler öğrenir. Şarkı söylemeyi oyun gibi görmekten o zaman vazgeçer, işini ciddiye almaya, sorumluluk sahibi olmaya, yüzeyde kalmayıp derine inmeye o zaman başlar.
Sesinin bir albüme girmesi için iki yıl beklemesi gerekir sadece: 1972’de, Türkiye’deki Kurtuluş Savaşı’nın 50. yılı anısına hazırlanan "Mikra Asia" (Küçük Asya) adlı albümde Yunanistan’ın efsane sanatçılarından George Dalaras’a vokal yapar. Türklere karşı bir nefret hissi beslemeden ve "anayurtlarını kaybetmiş insanların psikolojisini duyarak" büyümüştür ancak, yürütülen politika ister istemez onu da etkiler. Türkiye’de konser vermeyi ona uzun süre düşündürtmeyecek olan Kıbrıs sorunu, yüreğinde yaradır. Bu yüzden, "Hayatınızın hiçbir döneminde Türklere karşı bir düşmanlık beslediniz mi?" sorusuna, "Ülkemin tehdit altında olduğunu hissettiğim zaman, hangi ülke olursa olsun, evet" cevabı verir. Sonunda kalbinin sesini dinleyene kadar sürecektir bu...
Dalaras’tan sonra, 1973’te "Kalimera Illie (Günaydın Güneş) albümünde bir başka efsaneye, Manos Loizos’a; "Byzantinos Esperinos" (Bizans Ayini) albümünde Kaldaras’a ve de "Odos Aristolelous" (Aristotelous Caddesi) albümünde Yannis Spanos’a eşlik eder. O yıllarda Yunanlıların kalbine yerleşir, Yunanlılar onu Haris’in daha samimi kullanımı olan Harula olarak çağırmaya başlar.
İlk kişisel albümü 1975’te yayınlanır: Yunan halk müziği tarzındaki "12 Laika Tragoudia." Açılış şarkısı olan "Dimitroula" 45’lik olarak da yayınlanır ve yüzbinlerce satarak hit olur. 1978’de, yine Manos Loizos’la birlikte, Yunan müziğinin gelmiş geçmiş en önemli albümlerinden biri sayılacak "Ta Tragoudia Tis Haroulas"ı (Harula’nın Şarkıları) çıkarır ve yeri yerinden oynatır. Özellikle "O Fantaros" (Asker) ve "Ola Se Thymizoun" (Bana her şey seni hatırlatıyor) ile ününe ün katar. Tüm şarkılarının dillere dolanması o zamanlarda başlar. Sonradan Türkler de aynı şarkıların Türkçelerini dillerine dolayacaktır.
Kendi de beste yapıp söz yazar ancak daha çok ustaların yazdığı şarkıları albümlerinde ve önemli konserlerde seslendirir. 1981’de Dimitra Galani ile birlikte yaptığı "Ta Tragoudia Tis Htesinis Meras"tan (Dünkü Şarkılar) sonra, albümler albümleri izler ve 1992’de onu dünyaya tanıtacak olan gelir: "Di Efhon" (Dualarla). Ondan sonra başlar yıllar sürecek dünya turnesi, Türkiye başta olmak üzere, Japonya’dan Avrupa’ya, Amerika’dan İsrail’e tüm ülkelerde tanınması... Türkiye’ye ilk 1980’lerin sonuna doğru, Zülfü Livaneli’nin davetiyle gelir.
ANNEANNESİNİN EVİNDE
Ama asıl bağıra basılışı, 1999 Depremi’nden sonra İstanbul, İzmir ve Atina’da Sezen Aksu ile birlikte verdikleri, tüm şarkıları Türk Yunan birlikte söyleyip, birlikte ağladıkları konserlerden sonra olur. O konserlerden birinde Sezen Aksu’nun dediği gibi, "Artık kapalı bir kutuya kilitlenmiş aşkı kurtarmanın zamanı" gelmiştir.
O gelişlerinden birinde gitmeye karar verir anneannesinin İzmir’deki köyüne... Büyük heyecan içinde, Hürriyet’in o zamanki İzmir temsilcisi Nedim Demirağ’la birlikte yola çıkar. Ancak sonuç hüsrandır; çünkü köy baraj nedeniyle sular altında kalmıştır. Sadece bir dam görebilir. Kendini oraya ait gibi hissetmez o gün ama, bir geç kalmışlık duygusu yaşar; "Keşke daha önce gelseydim."
Türk izleyicisini kendine -Yunanlılar’a- çok yakın bulur, her şarkıya katılmasını, kendini ifade edebilmesini, ona sevgisini hep bir ağızdan belli etmesini çok sever. Çok normaldir aslında, ona "Doğu Akdeniz’in gayrıresmi divası" diyen Ertuğrul Özkök’ün, şarkıları için söylediği "tek kelimesini anlamasam da her şeyi anlarım" sözüne, onu dinleyen kim karşı çıkabilir ki! Onu, şarkılarını, tarzını, hangi hayranı Sezen Aksu kadar yakın bulmaz ki kendine. İki toplumun bu kadar içiçe geçmişliğine, hangi müzik dostu hayır diyebilir.
İşte o zaman gerekir o gereksiz soruyu sormak: "Kimin şarkıları bunlar Harula? Hatta kimin dolması... Kimin kahvesi..."
"Ben artık bunun cevabını aramayı bıraktım" der: "İnsanların aynı şeyleri yaşamasından yanayım, ortaklıkları paylaşmasından. Zülfü (Livaneli) bana bir seferinde, ’bize yemek pişirmeyi öğrettiniz’ demişti. Ama ben Türkiye’de yemek yediğimde, bizim yaptıklarımızdan çok daha güzel olduklarını görüyorum. Bol bol tarif alıyorum. Türk izleyicisi bana kendi dilimde seni seviyorum, diye seslendiğinde çok mutlu oluyorum. Türkiye’de kendimi çok iyi hissediyorum."
Son söz olarak: "Kratai hrona afti i kolonia" adlı şarkısında "Bu parfümün kokusu yıllardır dayanıyor" der Aleksiyu. Hürriyet Atina Temsilcisi Yorgo Kırbaki’nin dediği gibi, aradan geçen yıllardan sonra Harula’yı şarapla değil, parfümle karşılaştırmak gerekir!
(19.03.2006 tarihli Hürriyet Pazar'dan)

2 Yorum Ekle:

Anonymous Adsız said...

Aslında yoruma hiç gerek yok. Muhteşem bir ses, muhteşem bir yorum.

5:38 ÖS  
Anonymous Adsız said...

Bola Bola GaLa ..Manamu Manamu..Ego Bola Bola Sagapo..

ellerinize emeginize saglik..Harika bir ses gercekten de..

4:55 ÖS  

Yorum Gönder

<< Home

 8o  XMLº 
Blogwise - blog directory
Music Blog Top Sites
blog search directory
Blogarama - The Blog Directory
Proogle.de
Link Dünyası>
Technorati Profile