17 Eylül 2008

Sezen Aksu ve Tolstoy

Daha dünkü yazımda gerçek sanatçıların kendileri için bile zor insanlar olduklarından dem vurmuştum. Beni haklı çıkartmak istermişcesine, bir dergi, ilginç bir röportaj yayınladı.
Bir Sezen Aksu röportajı.
Sezen Aksu’yu memur sanatçılar kategorisinde değerlendirmek mümkün değil. O, kendi içinde gelgitler yaşayan ve bu yüzden en çok da kendisini yoran hakiki bir yetenek.
Zaman zaman onu dinlemekten vazgeçsem de, samimiyetinden şüphe duysam da yeteneğini görmezden gelmek olacak iş değil.
Söz konusu röportajda Aksu, çok ciddi toplumsal baskılar yaşadığını anlatıyor. Baskıya maruz kalmak için öncelikle toplumla ters düşmek gerekir. O da bunu kabul ediyor zaten. Aynı dünkü yazımda bahsettiğim gibi, toplumun genel kuralları ona uygun gelmiyor. O, kuralları sevmiyor.
Ve bu yüzden aslında en büyük acıyı o çekiyor. Bedel ödüyor. Öylesine ödüyor ki çok ciddi sağlık problemleri yaşıyor, ilaç tedavileri görüyor. Hatta intiharın eşiğine geliyor.
Normal şartlarda Sezen Aksu gibi birinin neden hayatına son vermek isteyeceğini anlamak güç. Davulun sesi uzaktan hoş geldiği için zahire aldanmak kolay.
Şöyle bir bakıldığında zengin, ünlü, çocuk sahibi olmuş ve yeteri derecede evlenip ayrılmış, başarılı bir kadın çizgisi görülüyor. Böyle birisinin mutlu olması gerekir değil mi?
Değil! Çünkü ortada böyle birisi yok. Tahminen evine dönüp odasına çekildiğinde soğuk bir yalnızlıkla cebelleşmek zorunda kalan, bu yüzden etrafında hep bir kalabalık görmek ihtiyacını duyan ama çok derinlerde, kendisiyle yüzleşmekten kaçamadığı o son noktada, o kalabalığın aslında ondan bir biçimde faydalanmak amacıyla orada olduğunu bilen bir mağdur var.
Bu bir işkence gibi geldiği için de intihara kalkışması anlaşılabilir bir psikoloji. Çok yetenekli insanların ödemesi gereken fatura işte bu. Ve onu bu korkunç sondan oğlu kurtarıyor. Yani dünyadaki karşılıksız tek sevgi.
Bu röportaj bana usta yazar Tolstoy’un intiharını hatırlattı. O ilaç içip ölmeyi denemeyecek birisiydi. O yüzden dolaylı bir yol seçmişti.
Evlendiği gün hata yaptığını anlayan ama ayrılmayan Tolstoy için tahminen karısı da çok olumlu duygular beslemiyordu. İşi inada bindirmişlerdi.
Sonunda Tolstoy seksen yaşında karısından kaçtı. Bir istasyonda ayakkabılarını çıkarttı ve saatlerce karın üzerinde çıplak ayaklarla yürüdü. Ertesi sabah zatürree olmuştu. Geri dönmedi, kimseye haber vermedi. İstasyonun bekleme salonunda bir kanepeye kıvrıldı ve ölümü bekledi. Ve ölüm randevuya geldi.
Dünya edebiyatına imzasını atmış olan ve yazdıklarının hepsi klasik olarak kabul edilen bu müthiş yazar, boşanamayacak kadar korkak mıydı? Kendisine yeni bir hayat kuramaz mıydı? Yoksa yaşadığı acıyla mı besleniyordu?
Psikiyatri, bu “acıyla beslenen sanatçılar” meselesine pek sıcak bakmıyor. Ya kabul etmek istemiyorlar çünkü bununla başa çıkamıyorlar ya da anlayamıyorlar.
Ama yaşanmış olan binlerce örnek bunu kanıtlıyor bana göre.
Bu yazıdan, Tolstoy ile Sezen Aksu’yu mukayese ettiğim sonucu falan çıkartmayın sakın. Ya da intiharı desteklediğimi...
Asla! İkisi de değil.
Ben bir ortak dürtünün altını çizmek istiyorum sadece. Normal insanların hayranlıkla izlediği ve onlar gibi olmak istedikleri yıldızların iç yüzünü göstermeye çalışıyorum.
Zaten yetenek, olmasını istediğiniz için var olmaz. Ya vardır ya da yoktur. Ama eğer varsa yandınız demektir. Pahalı bir oyuncaktır ve çoğunlukla size karşı çalışır. İmrenilerek bakılan pek çok sanatçı belki de evinde bulaşık yıkamayı tercih ederdi. Çünkü bunun aksi sürekli dünya ile çatışmak.

Sözün özü
İyi bir yanlış yapmanın her zaman bir yolu vardır.
Selin Dilmen - Türkiye

1 Yorum Ekle:

Anonymous Adsız said...

sezen eurovision'a şebo gitsin die trtye yazılı bildirimde bulunmuş çok sevindim
benim aşkımdanda bu beklenir!
http://www.whowillwinesc.com/

8:16 ÖS  

Yorum Gönder

<< Home

 8o  XMLº 
Blogwise - blog directory
Music Blog Top Sites
blog search directory
Blogarama - The Blog Directory
Proogle.de
Link Dünyası>
Technorati Profile