24 Ağustos 2008

Sezen’in Cano’suna ağıt

Sezen Aksu’yu sevmemek, mümkünü olan bir şey değil. Sevgili köpeğinden oldu mu biri, kim olursa olsun, onunla birlikte dertlenmekten de kendinizi alamazsınız.
Ve hiç zaman kaybetmeden nefs-i azizinize döner, Sezen’in Cano’su ile birlikte kendi Zoro’nuz için de yeniden dertlenirsiniz.
Sahibesinin yanıbaşında, sahnede, vakur ve dikkatli duruşunu (Hürriyet’teki fotoğrafta) uzun uzun seyrettim Cano’nun. Adı gibi kendi de çok güzel. (Ben Sezen’in Türkçe dağarcığını da beğenirim. Şarkı sözleri durup dururken dört dörtlük değil. Oturaklı kadınların [annelerin, büyükannelerin] çocuklarında bulunan bir haslettir.)
Üzülmemek mümkün mü? Hele hayatını, kendini neredeyse hiç sakınmadan yaşayan biri için. Ama iyi etmiş, dün akşamki konserini iptal etmemekle.
Sevdiklerinin ölümünde dişini sıkmayı marifet sayan biriyim. Zoro öldü dediklerinde, tecrübem de olmadığı için böğüre böğüre (Ne de çirkin!) ağlamıştım, unutmuyorum.
İnsan soyu olarak belli ki kedilerle, köpeklerle ortak çok uzun geçmişimiz var. Ailece Zoro sevgimizin adını koymaya, farkını anlamaya çalışırdım. Birbirinin dilinden anlama dışında, en etkili sebep, köpeğin sahibine (ve ev halkından seçtiklerine) olan karşılık beklemeyen sevgisi ve tam teslimiyetiymiş gibi gelirdi bana.
Ve hayvan olarak zekâsı, hissetme yeteneği. (Ben mesela tavuklarla da bir arada yaşadım. Yok! Memelilerin hali başkadır. Tekneyi anası yerine koymaya çalışan yavru balinayla meşgulsünüz değil mi?) Zoro, televizyon koltuğuna yerleşeyim diye beklerdi yemek ertesi, çıkıp kucağıma bir güzel yerleşmek için. Ama hastalanınca doğru Gülseren Hanım’ın kucağına. O ufacık, bu deve gibi; eğlenceli olurdu, o hallerini seyretmek.
Eski patronum ve ortağım Safa Kılıçlıoğlu sert, öfkeli, sevgisini, ilgisini belli etmekten korkan bir adamdı. İki kere hüngür hüngür ağladığını gördüm: köpeğini kaybettiği ve Yeni Sabah’ı kapattığı günlerdi.
Mübalağacı da olduğu için, ölen köpeğinin içini doldurtmuştu Safa Bey, bakınca hep onu orada göreyim diye. Evdeki odamın duvarında güzel bir «portre»si var Zoro’nun. Yirmi beş yıldır onunla yetinirim.
Selim torunumun doğduğu yıl ölmüştü Zoro. Kanserden dedi veteriner hekimler. Ama bir gün, bahçeye açılan camlı kapının önüne gelip durmuş, ön ayaklarını cama dayayıp hemen orada duran çocuk arabasındaki bebeği bir süre seyretmişti. Son günlerde eski itibarını neden kaybettiğini o bebeği orada görünce anladı gibi geldi bana.
İçimde hâlâ bir uktedir.
Ben çareyi, torunları küstürmeyi de göze alarak, «Zoro’dan sonra bu evde başka köpek istemem» inadında aradım Sezen. İnsan sevgilinin, ille de elle dokunulabilir olması gerekmediğini de zamanla öğreniyor. Bin şekle girebilir bir güzel duygu bu. Cano’ya duyduğun, o bin şeklin belki de en çocuksu, en saf, en pürüzsüz olanıdır.

Hakkı Devrim - Radikal

0 Yorum Ekle:

Yorum Gönder

<< Home

 8o  XMLº 
Blogwise - blog directory
Music Blog Top Sites
blog search directory
Blogarama - The Blog Directory
Proogle.de
Link Dünyası>
Technorati Profile