08 Temmuz 2008

Acı ile aşk ile şarkı ile büyüdü minik serçe

Sezen Aksu hiç kuşkusuz Türk popunun köşe taşlarından biri. ‘Bak Bir Varmış Bir Yokmuş: Hafif Türk Pop Tarihi’ ve ‘Eleştirmenin Günlüğü’ kitaplarının yazarı, pop müzik eleştirmeni, DJ Naim Dilmener, Açık Görüş için ‘Sezen Aksu’nun kısa pop müzik tarihini’ yazdı.

SEZEN Aksu, her dem-her daim gündemimizde olmuş büyük, çok büyük bir yıldız. Her dem-her daim gündemimizde ama, bazı zamanlar daha da önde, en önde.
Bu aralar böyle mesela; ‘Deniz Yıldızı’ adlı albümü henüz yayınlandı ve hiç röportaj vermeyen, hatta henüz klip bile yapmayan Aksu, yazılı ve görsel basının ön sayfalarında, üst noktalarında.
Albümün hazırlık-kayıt aşamaları bile herkesin ilgisini çekmişti. Arto Tunç (Boyacıyan) ile çalıştığı duyulmuştu mesela. Albümde Hrant Dink için de (‘Güvercin’), Onno Tunç için de (‘Yol Arkadaşım’) şarkı olacağı da söyleniyordu, ‘otobiyografik okumalara açık’ (‘Menajer’) şarkıların da.
‘Deniz Yıldızı’nın çıkışı ile birlikte gördük ki, duyulanların-yazılanların hepsi doğruymuş. Evet Aksu röportaj vermiyor-kameraların karşısına çıkmıyordu ama basını da atlatmıyor-aldatmıyor, doğru bilgi veriyordu.
‘Müzik’ söz konusu olduğunda, söyledikleri-anlattıkları hep doğruydu.
Çünkü ‘müzik’, Aksu’nun biricik hayat kaynağıydı ve bütün espri kabiliyetine, bütün her şeyi ‘ti’ye alma, (başta kendisi olmak üzere) her şeyle dalga geçebilme kabiliyetine rağmen, müziği çok ciddiye alıyor, onsuz olamayacağını, onsuz olamayacağımızı söylemeye çalışıyordu.

Kafka kadar, Çehov kadar
Böyle olmasına hep böyleydi Aksu. Artık ‘baba bir star’ haline geldiği dönemlerde, artık çalıştığı-sahneye çıktığı her mekanı tıklım tıklım doldurduğu zamanlarda, hep şunu söylerdi sahneden: ‘Hayatımda en sevdiğim şey şarkı söylemek. Bunu yapmak için üste para bile verebilirdim. Ama şansa bakın ki, ben para kazanıyorum...’ Şarkı söyleme konusunda bu kadar açık, bu kadar istekliydi. ‘Ben böyle varım; ancak böyle yaparak var olmaya devam edebilirim...’ demeye getiriyordu.
‘Şarkılarımı söyleyip gideyim’ de yoktu onda, ‘paramı alıp dövize-senede yatırayım, bankada istifleyeyim’ de.
Ama ‘Şarkı söyleyeyim de ne olursa olsun-nasıl olursa olsun’ diyenlerden de değildi. Hep şarkılara tutunmuş gibiydi; hep şarkılarla şifa bulmuş gibi de. Bu nedenle de, ‘Bana olan, başkalarına da olmalı’ diye düşünür, şarkıların bizi de iyileştirmesini ister, en azından bize ayakta kalma gücü vermesine özellikle dikkat eder olmuştu.
Muhtemelen, şarkı yazmasına-yaratmasına ilk yol açan da buydu.
O kimi zaman Kafka kadar karanlıktı; kimi zaman da Çehov kadar umut dolu. Yarından, bu dünyadan asla umut kesmiyor; şartlar ne olursa olsun ‘insan’ın kazanacağını söylüyordu.
70’lerin ortasında (‘tam tarih’ meraklıları için tam tarih: 1974’ü, 75’e bağlayan gece) ‘Haydi Şansım’ adlı şarkı ile karşımıza çıkan ve ‘şans’tan hiç ummadığı bir çalım (ardından da gol) yiyen Aksu’nun yerinde bir başkası olsa, moralini bozar, evine kapanırdı.

‘Kusura bakma’
O ise şartları zorladı. ‘Haydi Şansım’ sonrası ‘Kusura Bakma’ ve ‘Yaşanamamış Yıllar’ı yaptı. Yaparken de ‘Seley’ olarak seçilmiş ‘sahne soyadı’nı ardında bırakıp (ki, 1970’te katıldığı Altın Ses yarışmasında da ‘Yıldırım’dı soyadı) ‘Aksu’ya geçti ve bu sefer tam ‘on ikiden’ vurdu. Vuruş o vuruş.
Her plakla daha ustalaştı, zirveye biraz daha yaklaştı. (Attila Özdemiroğlu ve Şanar Yurdatapan’ın sahibi oldukları) ŞAT Yapım ile çalışmaya başlaması belki de, hayatının en doğru kararıydı. Yol yordam öğrendi onlardan; nasıl çalışılması-nasıl davranılması gerektiğini de.
Ve belki de, ‘insan denen garip mahluk’ için, hiçbir karşılık beklenmeden bir ömrün nasıl vakfedilebileceğini de. Özdemiroğlu da, Yurdatapan da, birincil özellikleri ‘iyi müzisyen’ olan iki ortaktı. Ama asıl ortak paydaları ‘kollektivist’ bir geleceğe olan inançlarıydı ve Aksu da, o çatı altında bunu görmüş-öğrenmiş oldu.
Ya da zaten hamurunda bu vardı ama, o çatı altında bu ‘yolun’, bu ‘inancın’ doğru olduğuna kesin bir biçimde inandı.
Ve böyle olduğu içindir ki, hiçbir zaman ‘tüccar gibi’ davranmadı.
Böyle olduğu içindir ki, hiçbir zaman ‘parasını sayamayacak-nereye koyacağını bilemeyecek’ bir duruma gelmedi.
Müzikten kazandığını müziğe yatırdı. Daha iyi stüdyolar kurdu-kurdurdu, daha iyi müzisyenlerle çalıştı.
Kendisinin ‘aç ve açıkta’ olmaması yetmedi ona. Etrafındaki herkesin ‘aç ve açıkta olmaması’ gerektiğini düşündü.
Sofralar kurdu-sofralar kaldırdı. Kendisine bir harf öğretene de, bir nota öğretene de, ömür boyu minettar kaldı.
Böylesine ‘rüya’ gibi (hatta neredeyse, ‘hayal mahsülü’) bir yaşamın, ‘defo’su yok muydu? Vardı tabii.
‘Darbe’lerin sarstığı, hatta kanattığı bütün beyinler gibi, Aksu da bir dönem vitesi boşa aldı.
Uzunca sayılacak bir dönem, o da kendisini Özal’lı nimetlere kaptırdı. Maddi olarak değil tabii, manevi olarak, her zamanki gibi şarkılarla.
‘Git, hayır gitme...’ dedi mesela; ya da ‘sen gitmiyorsan ben gidiyorum,’ dedi, ‘bütün aşklar yüreğimde(eee)...’
O dönem hepimizi dolduruşa getirmişti; onu da getirdi.
Tabii herkes gibi ‘papatya kılığı’na girmedi; tabii herkes gibi bayağılaşmadı, tabii herkes gibi ‘açılışlar-davetler’in gediklisi olmadı. Ama vites yükseltene kadar da belirli bir süre geçmesi gerekiyordu işte. Bekledi-bekledik.
Ve sonra her şey, yeniden bambaşka oldu. Eskisinden bile başka, eskisinden çok daha iyi.

Ömür dediğin bir imtihan
2005 yılında yayınladığı ‘Bahane’ bu yeni dönemin en üst noktası oldu. Bütün küskünler-kırgınlarla barışmıştı Aksu: ‘Bahaneydi bu rüzgar, güneş bal ve kehribar, bahaneydi buzdan kanat, erimezse kırılacak...’ Ve sonra da ‘Kardelen’ geldi. ‘Another Brick In The Wall’cuları kıskandıracak kadar sağlam ve dokunaklı bir çocuk korosu ile yürekleri anında paramparça edebilen bu şarkı ve aynı EP’deki ‘Gidemem’, Aksu’nun geri dönül(e)mez biçimde değiştiğinin işaretleriydi. ‘Hayat imtihanla geçiyor’ diyordu ve ekliyordu: ‘Ama fazla da üzülme, hayat bitiyor bir gün, ayrılıktan kaçılmıyor; hem çok zor, hem de çok kısa bir macera ömür, ömür imtihanla geçiyor...’
Ezginin Günlüğü’nün ‘1984’ünü de, Teoman’ın ‘Paramparça’sını da, yürekler paralayıcı bir çığlığa dönüştüren de o oldu.
Bir ‘şarkıcı’dan, bir ‘yorumcu’ya evrilmişti önce; sonra da bir ‘yaratıcı’ya.
En en sonunda da, bir ‘bilge’ye; (İlhan İrem ve Şebnem Ferah gibi) şarkılarıyla ‘şifa dağıtan’ bir bilgeye.
Varsın hayat ‘imtihan’la geçsin; böyle şarkılar-böyle şarkıcılar hep olsun da, hayat neyle/nasıl geçiyorsa geçsin (acı-tatlı ne varsa hazinemizdir:)

Naim Dilmener - Star

1 Yorum Ekle:

Anonymous Adsız said...

http://1videomusic.com

12:39 ÖS  

Yorum Gönder

<< Home

 8o  XMLº 
Blogwise - blog directory
Music Blog Top Sites
blog search directory
Blogarama - The Blog Directory
Proogle.de
Link Dünyası>
Technorati Profile