14 Ocak 2007

Şeffaf Oda'da büyük buluşma


Milliyet Gazetesi Başyazarı Güneri Cıvaoğlu bugün Kanal D'deki "Şeffaf Oda" adlı programda Türk pop müziğinin kraliçesi Sezen Aksu'yu konuk ediyor

Sezen Aksu minik bir kuş kadar sevimli ama kişiliği ve sanatıyla sıradağlar kadar yüce. Tüm şarkılarıyla bizden biri ama hiçbirimiz gibi değil. Sanki bir gezegen. Onun etrafında biz milyonlar dönüp duruyoruz yıllardır. O da notalarının olağanüstü çekim gücüyle bizi sımsıkı tutuyor, uzayın yalnızlığına bırakmıyor.400 şarkı, yılın kadın sanatçısı ödülü, 20 milyon satan albümleri, 100'ü aşkın farklı yorumcu tarafından seslendirilen yapıtları, müziğe kazandırdığı yetenekler, 20'den fazla ülkede 1500'ün üzerinde konser, şiir kitabı, edebiyat, resim, tiyatro, sosyal sorumluluk projeleri...Bu kadar büyük bir yelpazeyi şu kısacık ömre nasıl açabildi, nasıl sığdırabildi? "Abartıyorsun Güneri" diyecek ama o gerçekten bir mucize. Tanrı bazı seçilmiş kullarını yeryüzüne öperek gönderirmiş. Örneğin futbolcuların ayaklarını, virtüözlerin, ressamların ellerini, atletlerin bacaklarını... Sezen'in de herhalde bu güzel sesi için boğazını, insanlığı için kalbini, bu müthiş kişiliğin cesaretin, üretkenliğin oluşması için de başını öpmüş.

Sezen önce Tanrı'nın öpücüğüyle başlayalım. Hissediyor musun onu?
Her kulu hissediyordur. Yani kendim için ayrıcalıklı bir öpücük olup olmadığını hakikaten kestiremiyorum. Çünkü herkes doğduğu andan itibaren kendiyle beraber ve kendine alışıyor. Ama çok özel bir yaşamım olduğunu ve çok fazla ödül olduğunun farkındayım tabii.
Ama bir kanal var diyorsun. Yazarken, söz yazarken, müzik yazarken...
Evet. Benim işimi yapan insanların ya da yakınında dolaşan insanların, yani yazı, müzik, söz üreten insanların çoğunda böyle bir durum tespitine rastladım. Bazı anlar var, gerçekten öyle. İnsan kendinin seyircisi oluyor yaptığı şeyin. Hatta şöyle hissederim ben, genellikle o anlar çok ilginçtir. Gerçekten gizli bir ortak bilgiyi hatırlamak gibi aslında. Bazıları kaleme dökebilir, bazıları şarkıya... Yani biraz katip görevi yapar gibi hissediyorum kendimi.
Geliyor diyorsun yani?
Evet yani.
Nereni öptü? Gırtlağını mı öptü en çok?
Vallahi bilmiyorum ki.
Bir de olanca güzelliğinle buradasın. Sen gittikçe daha güzel oluyorsun.
Vallahi her kadın bunun için emek sarf ediyor. Çünkü biliyorsun, beden ruha ihanet ediyor zaman geçtikçe. O yüzden eskiden, özellikle gençlik yıllarımda dalga geçtiğim şeylere şimdi ben de önem veriyorum. Mümkün olduğu kadar gözü, gönlü, kalbi okşamaya gayret ediyorum. Kendime bakıyorum, dikkat ediyorum. Spor yapıyorum. Sağlıklı besleniyorum ama neticede tabii ki doğanın dengesine de çok fazla karşı durulmaz. Ama efendilik sınırları içinde bu süreci yaşamayı hayal ediyorum tabii ki.
Bu sanat aşkının, müzik aşkının ilk ne zaman farkına vardın?
Aslında farkına varmak gibi değildi, yani kendiliğinden oraya doğru akıyordum.
8 yaşında çıkarmışsın masaya, oynarmışsın, şarkı söylermişsin...
Dokuz aylıkken.
Nasıl oluyor dokuz aylıkken?
Çok erken konuşmuşum ve yürümüşüm ben. Hatta senelerce bunu bir ayrıcalık, bir zeka göstergesi, bir farklılık gibi algıladım. Sonra kardeşim dört yaşında konuştu ama IQ'su bana basınca ben anladım ki bu çok özel bir durum değil. Ama sekiz aylıkken çok özel bir anım var. Sarayköy'de oturuyoruz. O zaman babam ortaokulda müdür. Annem de öğretmen. Annemin yün yumaklarından göğüs yapmışım kendime ve bir yaşıma kadar benim saçlarım yok.
Sekiz aylıkken yapmışsın bunu.
Zannediyorum mal müdürü o an evde olan kişi. Yanlış söylüyor olabilirim. Ama altı bağlı bir bebek düşün, kafası da kel, yamyam gibi, bir dudağı yerde bir dudağı gökte bir bebek... Annemin yün yumaklarıyla gelmişim, fenalık geçirmiş adam. Dokuz aylıktan itibaren de "Tini Mini Hanım"ı, ilk şarkımı söylemeye başlamışım. Masanın üstüne çıkıp oynadığım... Annem şöyle anlatıyor: "Ben hep baskı altındaydım ve kontrollü olmak zorundaydım, o yüzden seni özgür bırakmak istedim ama ipin ucunu kaçırmışım."
Sekiz-dokuz yaşında da masaların üzerinde oynamaya başlamışsın. Neydi o zaman, "Azize" miydi?
Sekiz-dokuz yaş değil, o biraz daha sonra. O zaman çok meraklıyım dans etmeye, şarkı söylemeye. Bu aslında enerjisini akıtacak doğru kanal bulana kadar herkesin yaşadığı taşkınlık dönemi. Benim 18 yaşına kadar sürdü. Bir tane naylon torbam vardı. İçinde dansöz elbiseleri... O zaman plaklar var, "Azize" 45'liği var. Mahallede gün filan olduğu zaman hemen haber veriyorlar. "Sezen koş" diye... Özellikle Pakize Suda "Çabuk koş, evde misafirler var" diyor. Ben hemen kendimi toparlayıp torbamı aldığım ve elbiselerimi giydiğim gibi "Azize"yle...

Yazının devamı için tıkla

0 Yorum Ekle:

Yorum Gönder

<< Home

 8o  XMLº 
Blogwise - blog directory
Music Blog Top Sites
blog search directory
Blogarama - The Blog Directory
Proogle.de
Link Dünyası>
Technorati Profile