18 Ağustos 2006

Sezen'le bir geceyi yazmaya çalışmak..


Zor, çok zor bir yazı.. İçim karmakarışık.. Duygularım karmakarışık.. Bunları yazabilmek için edebiyatçı olmak gerek.. Ben gazeteciyim sadece..
Sezen duruyor karşımda.. İki metrede falan.. Ayağa kalksam, iki adım atsam dokunacağım.. 1999 aralığı sonlarında evime baskın yapmıştı, habersiz, aniden.. Sarmaş dolaş olmuş, vedalaşmıştık.. Sonra bir daha tek kelime konuşmadık.. Birkaç kez ayni mekanda olduk, ya iki, ya üç.. Ama çok uzaklardaydık, yan yana bile gelmedik..
İşte şimdi.. Yıllar sonra iki metre ötemde.. Tüm şirinliği, tüm yaramaz çocukluğu, tüm coşkusu ile karşımda..
Ali "En çok ben şaşırdım" dedi.. "Hiç beklemiyordum. Öylesi bir koşuşturma içindeydi ki son zamanlarda telefonlarına bile ulaşamıyordum.." Ergil ağır hastaydı, ölüme gidiyordu, Gebze'de.. Sezen başındaydı. Babası ameliyat oluyordu İzmir'de.. Sezen başındaydı.. Asistanı hastaydı Bodrum'da Sezen başındaydı.. Kendisi yeni yeni iyileşirken hastaneden hastaneye koşuyordu.. Bu arada önceden planlanmış konserlerini aksatmıyor, "Sezen" diye ölenleri hayal kırıklığına uğratmıyordu. İşte bu iki arada, bir derede, Bodrum'dan İstanbul'a uçmuştu, Ali Kocatepe'nin bu 41'inci Yıl Gecesi'nde bulunmak için.. Bu nasıl bir vefaydı?.. Bu nasıl bir dostluk, bu nasıl bir sevgiydi?..
Nasılı en iyi bilenlerden biriydim.. Sevgilerin en büyüğünü ben yaşadım Sezen'le.. Dünyada hiçbir iki insan birbirini böylesine bir dostlukla sevmemiştir gibi gelirdi bana hep.. Birbirinden hiçbir beklentisi olmayan iki insanın katıksız, saf sevgisi..
Vurulduğumda hastanenin yan odasını tutmuş, yerleşmişti, bana görünmeden, bana gelenleri ağırlayarak, onların beni istirahata en ihtiyacım olduğu saatlerde rahatsız etmesini önleyerek.. Çay, kahve makineleri koymuş odasına, ikram için, neden sonra odamdan çıkma izni verilince öğrendim. Benim odamdan çıkacak duruma geldiğimi öğrenince, boşaltmış kendi odasını, geldiği gibi sessizce gitmiş meğer..
Böyle şey olur mu?.. Olur.. Bizim sevgimizde olurdu.. İşte bu Sezen iki adım ötemde, dokunma mesafemdeydi.
İçimden bir ses "Fırla" diyordu.. "Fırla sarıl ona.. Kaçarsa yakala.. İtip kakarsa dinleme, sen daha kuvvetlisin sarıl.. 6 yılın hasreti, özlemi ile sarıl.." İçimdeki sesi içim susturdu ayni anda.. İçimdeki kırgınlık.. Kırıklık.. Öylesine büyüktü ki.. Biz sevgilerin en güzelini yaşamıştık yıllarca ama, vazoyu kırmıştık işte.. Onu yapıştırmaya çalışmanın anlamsızlığını biliyordum.. Bir işe yaramayacağını da..
O vazonun kırık olduğunu ikimiz de bilirken, bir daha eskisi gibi olabilir miydik?..
Sevgiyi en yüce doruklarda yaşamış, dünyaya ordan bakmışken, şimdi yamaçlarda dolaşmaya razı olabilir miydim ben?..
Sezen neşe içinde anlatıyor, şakalar yapıyor, en sevdiğim iki şarkıyı olağanüstü söylüyordu.. Kendim bile anlayamıyordum ruh halimi.. Öyle karmakarışık dinliyordum.. Özlem dolu bir lezzetle.. Ama nasıl bir hüzünle..
Alkışladım.. Alkışladım.. Alkışladım..
Geldiği gibi giderken...
(Hıncal Uluç'un 17.08.2006 tarihli Sabah'taki yazısı)

0 Yorum Ekle:

Yorum Gönder

<< Home

 8o  XMLº 
Blogwise - blog directory
Music Blog Top Sites
blog search directory
Blogarama - The Blog Directory
Proogle.de
Link Dünyası>
Technorati Profile