03 Kasım 2005

Şarkı söyleyen çeyiz

Annem, biriktirdiğim Sezen Aksu resimlerini yaktığında kıştı. Kar vardı. Bende çağlardan ergenlik, yaş 13; onda "genç anne"lik... Her gün dönüp dönüp baktığım, arkadaşlarıma gösterdiğim, artık rengi sandık sarısını almış Sezenli gazete kupürleri, albüm kapakları, eski longplayler... Bir de aşk mektubu... İlk aldığım... Hepsi yandı.
Silik (!) bir sızı belki ama kaydını silememiş aklım.
Annem, o gün çeyizimin ilk halini yaktı bir nevi, en bakire hevesimi... Ve fena halde borçlandı bana. Beni gizliden sevdiği için eski bakiyesi de kabarıktı zaten. Böyle, annesi "içinden" seven çocuklar biraz sevgi arsızı oluyorlar galiba. Onlar "dışından" sevilecekler. Dokunacaksınız, öperken koklayacaksınız, sarılacaksınız, ille de kelimelere dökeceksiniz...
Mesafeleri kendinden menkul bu ‘alacaklı çocuklar’ın birçoğunun, alacaklarını, Tanrı katına çıkardıkları sevgililerinden tahsil etmeye çalıştıkları da sır değil artık. Metin Altıok "Annemin bıraktığı yerden sarıl bana" derken bir bildiği olmalıydı. Sevgililer değil ama Sezen tam da oradan sarılıyordu. Biri "Sen ağlama" diyordu. Az mı? Şefkat, acıklı bir şeydi zaten. Al sana şefkat, sabahlara kadar ağla. İyi de insan, hem öyle hüngür ciyak ağlayıp hem de güçlü hissedebilir mi kendini? Sezen’le bu mümkündü. Yüzün gözün rimel karalarıyla ıslanmışken "Bu da geçer" demek... "Neler neler geçmedi ki?" Deli divane gönlün aşka düşeceği kesin, üç vakte kadar. O, "Sarı odalaröda kendi haline yansın.
Yangından sonra şarkılarını koydum çeyiz sandığına... Her duruma uygun bir parça vardı. Her duruma uygun bir anı. Hazreti narsistle birbirinize girmişsiniz, farz - ı muhal. Kallavi bir kavga... Çenen, zembereği boşalmış saatler gibi. Konuşarak öldürmeye hazırsın. Ne o, derdini anlatacaksın "fistanlı" kelimelerle. Yazılı olarak da her türlü deliliği yapmışsın; "git" diyen upuzun metinler döşemiş, yarından da yakın bir zamanda vazgeçmiş, inandırıcılığını kaybetmişsin. Ego kanayan bir şey olsa, dakkasında kan kaybından gidecek, o kadar yerlerdesin hani. İşte tam sırası. Süt dökmüş kendi mahcubiyetine gerek yok. Sezen de Onno’yu tabancayla kovalamamış mıydı Levent sokaklarında bir sabah vakti. Hatırlasana... Ohhh... Bundan iyi teselli mi olur? Aşk da böyle bir şey zaten. Akla uzak. Kim rasyonalize etmiş ki sen edeceksin. Ve şimdi çıkar bir Sezen Aksu şarkısı... Ser şöyle temiz temiz, sakız gibi; sabun koksun her yan. Duygusal olmak başka şey, ağlaklık başka. Sezen ölçüyü bilir, Sezenciler de...
Çeyizin mevzuu salt "aşk" da olmadı hiçbir zaman... Kendin olmak, fazlalıklarından sıyrılmak, Heidegger, Kierkegaard ve nefsin eğitilebilirliği meseleleriyle uğraşmak, "ben" dediğin 1. tekil kişi zamiridir hepsi bu diyebilmek, Mevlana’yla flört etmek, ölüme ay’mak, çok daralmak, kimi zaman kabına sığamamak, "deli"liğin bütün ebruli renklerinde dolaşmak... Çeyizin ve bir yanın her duruma müsait, bir yanında da o Karadeniz türküsü: "Kızlığım yarım kaldı, ben annemi isterim..." Yalın, saf, makyajı çıkmış. Ege’nin sularında yıkanmış. Ruhuna kadar, köpük köpük... Derin!
Sandığıma bir albümlük şarkı daha eklendi geçtiğimiz ay: "Şarkı Söylemek Lazım". Bizim çeyiz bayram etti: Kırlentler, saten kaplı yorganlar, güvertür, ajur, dantel anglez... - Kendine Sezen Aksu’dan çeyiz yapanlar, evde kalacaklar (!) kesin. Erkekler çok bilmiş kadınları sevmiyor malum. -
Bu albüm başka! Hayatı iyiden iyiye anlamış bir Sezen Aksu ile karşı karşıyayız artık. Safiyeti sezip gelmiş bir Sezen Aksu. Düşmanında kendini görmeyi başarmış. "Diyebilir misin ki tek doğru budur?" bilgeliğinde... Savaşma seviş tembihinde... Birlikte hayata karışmaktan söz eden... Bir tutam manasız inadın kara kışında sarı yazı hisseden... Dansöz dünyanın ateş dansını keşfetmiş... Gözünün yaşını Hisar’a yüzdürmüş...
Kopardığım kıyametler hikâye! İhanetse buyursun... Çeyizimde hazır şarkısı. "Gönül bu, sevdi" diyecek kadar büyümüşüz, nasılsa. "Yarası saklı" kalsın. Anıların her hakkı mahfuz! Hem koca (!) İstanbul’un kaldıramayacağı keder de ne ola? Aşktan kim ölmüş? Ayrılıktan? Terk edilmekten? Gelsin... "Bildiğin çektiğine yetmeyince..." anları da gelsin. Şarkılar var kırlentlerin arasında. Deprem bekliyoruz. Yeni bir kriz... Fitne fesat... Dünya işleri kesat. Olsun Godot da ha geldi ha gelecek zaten; ayrıca bıçak kemiğe dayandığında Godot olmasını biliriz evelallah: "Biz gördük her şart her koşulda babalar gibi dayanmayı".
Bu, sadece bir albüm değil. Aslında müzikli bir kitap, okumasını bilene. Satırların altını Sezen Aksu’nun yorumundan çizip, ezber ettiğimiz edebi bir best - seller! Belli ki içindeki şarkılar, hayatı giyinirken sözler ve bestelerle, yaratıcısının yüksüksüz tuttuğu iğnelerde ‘olmuş’ acılardan tatmış; ‘üstümde beyaz iplik, sevdiğimi göreceğim’ masumiyetinden, sevincin şekerim suretinden...
Ve yıllar geçmiş "Su gibi" kabilinden... İşte o yılların tekmil tadı: "Şarkı Söylemek Lazım".
"Sezen’i senden çok seviyorum," dediğim için yakılmıştı resimler. Annem de çocuktu ben de... "Küçüğüm" henüz yazılmamıştı.
Şarkı söyleyen çeyizim, bu yazı 20 yıllık bir teşekkür sana. Annemden ve benden!..
(Filiz Aygündüz'ün 05.07.2002 tarihli Milliyet'teki yazısı)

0 Yorum Ekle:

Yorum Gönder

<< Home

 8o  XMLº 
Blogwise - blog directory
Music Blog Top Sites
blog search directory
Blogarama - The Blog Directory
Proogle.de
Link Dünyası>
Technorati Profile