13 Ekim 2005

Sezen Aksu'yu anlamak

Sezen Aksu’yu sahnede hiç izlediniz mi? Eğer izlemediyseniz, çok şey kaybetmişsiniz demektir. Geçen hafta Opel’in verdiği özel bir gecede ilk defa Aksu’yu sahnede izleme şansına eriştim. Hem de tarihi ile geceyi bütünleyen bir mekan Yeni Melek Sineması’nda. Onu sahnede izlemeden önce ‘sevip sevmediğimi sorsaydınız’, benim için diğer sanatçılardan hiçbir farkı olmadığını açıkça söylerdim. Hatta ona neden ‘Kraliçe’ dediklerine de bir anlam veremediğimi belirtirdim sizlere. Ama şimdi, onun neden bu kadar vazgeçilmez bir sanatçı olduğunu daha iyi anlıyorum.
Sezen Aksu’yu, Goran Bregoviç ardından da Haris Alexiou ile yaptığı çalışmalar sonrası, gerçek bir sanatçı olarak yorumluyordum ve ‘yaptığı, yapacağı da bu olur’ diye düşünüyordum. Ondan öncekileri hep birbirinin aynısı, kendini tekrardan öteye geçemeyen ve sıradan olarak görüyordum. Ne kadar da yanılıyormuşum. Yeni Melek Sineması’nda sahneye, muhteşem bir fasıl ile çıktı. İstanbul’un adı ile özdeşleşmiş klasiklerin ardından, Sezence olan bölüme geçti. ‘No Hits’ adını verdiği gecede, hep kıyıda köşede kaldığına inandığı şarkıları yorumladı. Kah espriler katarak, kah seyirci ile bir bütün olarak... Onun kıyıda köşede kaldığına inandığı şarkılar, aslında Sezen Aksu’yu Sezen Aksu yapan şarkılardı. Çünkü Firuze’den Şinanay’a, Gidiyorum’dan Büklüm Büklüm’e ve daha klasik olmuş nicelerine kadar hepsi, o tarihi atmosfere yaraşır biçimde seçilmiş eserlerdi.
Sonra düşündüm o gece beni etkileyen ve Aksu hakkındaki fikirlerimi değiştiren ne olmuştu. Sahnede yaptığı espriler değildi, tam tersine şarkıyı hissettirmesi ve sonuna kadar yaşatmasıydı. Gerçekten hep derlerdi ‘Onun felsefesi farklı, diğerlerine benzemiyor’ diye. Ben ise ‘Ne felsefesi, cıvıklık tamamen’ diyordum. Tamamen yanılmışım. Benim cıvıklık olarak yorumladığım şey aslında ‘ne ise o olmak’tan başka bir şey değildi. Yani ben sahnede aslında kırılgan olan ama, bir o kadar da hayata sımsıkı bağlanmış küçük bir kız çocuğundan farklı bir şey seyretmedim. Fırından taze çıkardığını söylediği parçasını seslendirdikten sonra aldığı alkış ile salona yaydığı mutluluk elektriği ile, asla popülarite peşinde, ilgi manyağı biri olamazdı. O tam tersine ruhu çok ince, mutluluğu paylaşmayı seven, ama beğenilmeme tedirginliğini de yüreğine hapsetmiş biri olabilirdi.
Sonra benim ‘popülist politika güdüyor, sadece cırlasa Sezen yaptı diye alkışlayıp, bayılacaksınız’ dediğim biri, asla büyük bir cesaretle sadece kıyıda kaldığına inandığı parçalarından koca bir konser veremez. Ve konserinde de bu şarkılarını yüzlerce kişiye söylettiremez. Yani başka biri olsa o konser, sadece sanatçının şarkı söylemesinden öte gidemezdi. Fakat o gece, bu şekilde olmadı. ‘En kasılan protokol benim’ diyen kişiler bile bağıra bağıra şarkılara eşlik etti. Bütün bunlar ve daha sayabileceğim bir çok anekdot, Sezen Aksu’ya bakış açımı değiştirdi.

Şimdi, onun şarkılarını daha farklı dinliyorum. Felsefesini anlamaya, hayata bakışını yorumlamaya çalışarak ve ‘Bir kişi nasıl dünyadan silinmeden, ölümsüzlüğü elde eder’in yanıtlarını bularak, onu anlamaya çalışıyorum. Sezen Aksu’ya bunca kişinin ‘Kraliçe’ demesinin nedenlerini ise, daha iyi kavrıyorum. Sahnede o kraliçe edasının ardında, bir duygu insanı ve kraliçeliğinin sırrını yaşam felsefesinde saklayan biri olduğunu biliyorum. Bence Sezen Aksu’yu evdeki CD çalarınızdan dinlemeye bir süre ara verin ve onu anlamak için, mutlaka sahnesine şahit olun. O zaman, şarkılarının manasını daha iyi kavrarsınız.
(Ayça Günay'ın, Yeni Melek konseri yazısı)

0 Yorum Ekle:

Yorum Gönder

<< Home

 8o  XMLº 
Blogwise - blog directory
Music Blog Top Sites
blog search directory
Blogarama - The Blog Directory
Proogle.de
Link Dünyası>
Technorati Profile