28 Ekim 2005

Sezen Aksu: Hiçbir şey; ya da her şey...

Boşuna uğraşmaya hiç gerek yok. Sezen Aksu için herhangi bir sıfat, tanım aramak boşa harcanan çabadan öteye gitmez. Bir zamanlar kullanılmış olan, kendisinin de kabullendiği 'Minik Serçe' lakabı bile onun sadece fiziği ile ilgili bir tanımdı; onu çerçevelemiyordu.
Öte yandan 'Süper Star', 'Mega Star', 'Diva', 'Büyük Sanatçı' vb. gibi 'marketing' yakıştırmaları Sezen Aksu'ya hiç oturmaz. Bir düşünün bakın... Ne denebilir Sezen Aksu'ya?.. Hiçbir şey... Ya da her şey... Geçenlerde Emre Aköz ile sohbet ediyorduk. Konu klasik müziğe geldi. Sanayi toplumu ve bilgi toplumu sürecinde klasik müzik neden bitmişti acaba?.. Emre ters köşeden bakmaya bayılır: "Yanılıyor olabilir misin?.. Rönesans, zamanın popüler akımlarını içeriyordu...Yüz yıl sonra Beatles ya da benzeri bazı popüler sanatçıların bu dönemin klasikleri olarak algılanmayacağı ne malum!"... Çarşamba akşamı Açıkhava'da Sezen'i Turkcell'in Kardelenler konserinde dinlerken Emre'nin bu sözleri geldi aklıma... Hele eski şarkılarından potpori yaparken; hele "Farkındayım!", ya da "Garanticisin, korkuyorsun!" derken...
Beni, önce Osmanlı kökenime götürüp, sonra oradan alıp uzayın derinliklerinde yolculuklara çıkardığı, en çok sevdiğim şarkısını, Mazi'yi söylemedi o akşam. Olsun... O gece Kardelenler'in gecesiydi ve kendi içinde usta bir beste gibi düzenlediği konser onlar içindi. Mazi'nin de yeri yoktu orada. Kardelen adlı parçanın klip çekimi için Diyarbakır, Mardin üzerinden Nusaybin'e gitmiş. 60 kişilik ekipte yar alan bir dostumdan dinledim. Her renkten, her ırktan, her inançtan, her rütbeden insanın onu nasıl kol, kanat ve gönül çemberine aldığından söz etti. Dünyaya bir türlü anlatamadığımız, kendi insanımıza bir türlü aşılayamadığımız 'ortak ruhi şekillenmemizi' ondan daha iyi simgeleyebilecek bir 'gönül elçisi' bulunabilir mi? Türkiye'nin marka değerini ve marka vaadini, marka ruhunu arayanların 'Sezen Aksu fenomenini' masaya yatırmalarında yarar olabilir mi acaba?.. Bu benim lafım değil. O gece konsere davet ettiğim Avrupa'nın en büyük iletişim şirketi Pleon'un üç üst düzey yöneticisinin görüşü. Tek kelime Türkçe bilmedikleri halde, bir kaç kez göz pınarlarının dolmasına engel olamamış üç Alman'ın... Sezen'i bilmem. Ben gelecek yıl onunla dostluğumuzun 30'uncu yılını kutlayacağım. Beni bir iki defa kırdığı oldu. Olsun. Çoktan kapandı o yaralar. Hele son konserinde... 'Kemerleri bağlayıp' 30 yıl öncesinin tazeliği ile izledim onu...
Hep şükretmişimdir. Örneğin, Goethe ve Brecht'i orijinalinden okuma ayrıcalığı bana tanındığı için. Ya da aklıma, fikrime yelken açan 'iyi' insanlarla dost olabildiğim için. O akşam da bir kez daha şükrettim. Sezen Aksu ile aynı yüzyılda yaşama şansını elde ettiğim için. Sadece benim değil Türk ve Akdeniz coğrafyasında yaşayan herkesin 'Gönlünün kurma kolu' gibi bitmeyen o enerjisinden bize verdiği 'esenlik' için...
Konserden çıkarken Hümeyra'nın o muhteşem dizeleri geldi aklıma: "Ya her şeyim, ya hiçim... Sorma dünyam ne biçim... Bir kördüğüm ki içim... Çözdükçe, dolaşıyor..." Sezen'i çözmeye çalışmamak gerekir. Kim çözmeye çalışmışsa, 'dolaşmıştır'... Benim de bir iki kez başıma geldiği gibi... İşte biraz da bu nedenle de ona herhangi bir 'tanım' getirilemez...
(Ali Saydam'ın 14.08.2005 tarihli Sabah'taki yazısı)

0 Yorum Ekle:

Yorum Gönder

<< Home

 8o  XMLº 
Blogwise - blog directory
Music Blog Top Sites
blog search directory
Blogarama - The Blog Directory
Proogle.de
Link Dünyası>
Technorati Profile