11 Ekim 2005

Seden Gürel

MANTAR ŞAPKALI KIZIN, OLMAYAN HİKAYESİ

Yağlı bir müşteriydim, ne zaman dükkana girsem, kasetçinin gözü parlıyordu. Yeni piyasaya çıkmış ne varsa alıp çıkıyordum her defasında, akşam evde yiyecek ekmeğim olmasa da (abartmak pahasına) kasete verecek param hep oluyordu. Aynı zamanda ucuz deodorantlar, cicili bicili tokalar ve bilumum hediyelik eşya satan kasetçim, kurnazca bir kışkırtmayla "Sezen Aksu'nun vokalisti bu kız," diye uzatmıştı bana elinde tuttuğu kaseti. İşe de yaramıştı hani. "Kimbilir ne Sezen şarkıları vardır bunda şimdi," diye bir heves satın aldığımı hatırlıyorum, kapağında bembeyaz tepsi gibi yuvarlak bir şeyin üzerine "Seden Gürel – Bir Yudum Sevgi" yazılmış kaseti.
Eve gidene kadar ilk kasetini elimde tuttuğum "vokalist kız"ın o güne kadarki tüm kariyeri "bir film şeridi gibi" gözlerimin önünden geçecekti (İnsanın kendisini onun bunun kariyerini takip etmekle yükümlü tutması, kariyer edinme arzusunun tezahürü olabilir mi acep?). Sene 1981. Eurovision Şarkı Yarışması gündemin tam orta yerinde. Ortalık kırış kıyamet (Sana sitem serzeniş değil, bu tasvir-i şikayet...) TRT yönetimi bir şartname yapmış, şarkılar bunlar, isteyen istediğini söylesin demiş. Dünyaca ünlü piyanistimiz Aydın Esen 'in "Dostluk" adında bir bestesi var finallerde. Demosunu Seden Kutlubay diye bir kızcağız söylemiş. Şarkıya talipli çok. Şartname gereği şarkının demo versiyonu seslendiren isimler de seçmelere dahil ediliyor. TRT yönetimi yaptığı seçmelerde bahis konusu şarkıyı, daha henüz yavaş yavaş sesini soluğunu duyurmaya başlamış gencecik bir başka şarkıcının, Kayahan'ın söylemesine karar veriyor. Ve biz Seden Kutlubay'ı ve de şarkının onun söylediği versiyonunu hiç görmeden, duymadan unutup gidiyoruz.
Aradan yıllar geçiyor. 1986 yılında bu kez, geçmiş yıllara göre çok daha profesyonel bir anlayışla düzenlenen Eurovision Şarkı Yarışması Türkiye finalinde Nilüfer, Nil Burak, İbo ve Seyyal Taner gibi çok güçlü rakiplere rağmen Klips Ve Onlar adını taşıyan ve Türkiye'de o yılların popüler müzik anlayışına göre bir hayli "avant-garde" sayılabilecek bir topluluk geceye damgasını vuruyor. Melih Kibar – İlhan İrem imzası taşıyan "Halley", Eurovision Şarkı Yarışmasında Türkiye'yi temsil edecek şarkı olarak seçiliyor. Grubun Onlar kanadını oluşturan iki kızdan birisi Sevingül Bahadır, bir diğeri Seden Kutlubay. Seden Kutlubay her nedendir bilinmez, final gecesi mikrofon tuttuğu elinin bir parmağı sarılı olarak sahneye çıkıyor. Ben, "Vay be, demek o Seden Kutlubay buymuş," diye düşünüyorum, herkes "Vah vah, acaba ne oldu kızın parmağına," diye hayıflanıyor (Böylesi hassastık o vakitler, geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer!) Sonra ne oluyor da oluyor, ekipten Seden Kutlubay'ın ayrıldığını ve yerine Candan Erçetin adlı bir yeni yetme kızcağızın alındığını öğreniyoruz. Rivayet muhtelif. Meğer Seden evliymiş de kocası Avrupa'ya gitmesine müsaade etmemiş. Yok yok, işin aslı Seden henüz öğrenciymiş ve tahsili yarıda kalmasın diye kendi isteğiyle hakkından feragat etmiş. Öyle değil efendim, işin doğrusu, parmağındaki o yara yüzünden yarışmadan çekilmiş. Seksenlerin ortalarında, yetmişli yıllardaki şanlarını ve şöhretlerini çok ama çok arayan, bunun için de arabesk ve alaturka söylemek, o da olmadı mayolu poz vermek gibi, dönemin raconu gereği ne yapılmalıysa yapmaya çabalayan bir avuç "pop" müzik şarkıcımız artık tat vermemeye başlamışken, yarışma bahane, karşımıza çıkıvermiş bu yeni yüzler ve yeni sesler elbette ki gündem teşkil edeceklerdi, etmeseydi ayıptı. Rivayet boşuna muhtelif değildi anlayacağınız.
Hemen bir sene sonra aynı yarışmada ve yine aynı sahnede bu kez Vedat Sakman'la düet yapıyordu Seden Kutlubay. O yılların modası soket çorapları, mini kot eteği, kolları katlanmış vatkalı ceketi ve alabros kesilmiş saçlarıyla "Hayat Pencerenin Dışında" diyordu. Büyük orkestra eşliğinde canlı söylerken heyecanlanmış, az biraz detone bile olmuştu ama iyi bir sesi ve sağlam bir vokal performansı olduğu her şeye rağmen ortadaydı. Belki biraz daha pişecek ve günü gelince müzik camiasına düşecekti. Zaten daha öncesine onun kadar biz de hazır değildik henüz.
Sonra bu Eurovision macerası birkaç yıl üstüste devam edecekti. Doksanlı yıllarda starlık mertebesine erişmiş her kim varsa, hepsi bu meşum yarışmanın rahle-i tedrisinden geçecekti ya, Seden Kutlubay da Seden Gürel'e dönüşeceği yıllar boyunca Arı Stüdyosu'nun tozlu dekorlarında dirsek çürütecekti çaresiz. Onu kah İlhan İrem'in ekibinde kah Arzu Ece'nin arkasında, kah Jale'yle düet yaparken bilumum kostüm ve koreografiler eşliğinde izleyecek ve her defasında "Aaaaa, bak burda da Seden var!" diyecektim, "Seden de kim?" diye soranlara inat. Tüm doksanlı yılların en debdebeli işlerinden biri olarak popüler kültür (çok moda bu laf, kullanmak lazım) tarihine geçecek Sezen Aksu – Uğur Yücel gösterisinin Oba'nın çok nezih ve mutena "ambiyans"ından mutevazı halka indirilmiş versiyonunu Bostancı Gösteri Merkezi'nde izlemiştim. Sahnedeki gövde gösterisi bir yana, vokalist mikrofonlarını paylaşan Sertab Erener, Levent Yüksel ve Seden Gürel ve hatta müzisyenler arasında Aykut Gürel'in varlığı ile de o gösteri her izleyen için tarihe tanıklık etmek anlamını taşıyacaktı o mini mini vokalistler birer birer starlığa soyundukları vakit. Her neyse, Sezen her zaman yaptığı gibi başta kendisi olmak üzere, sahne üzerindeki herkesle dalgasını geçmiş, hepimizi çok eğlendirmişti. Bundan Sertab ve Levent de nasibini alacak, sıra Seden ve Aykut'a gelince Sezen, Aykut Gürel'in zayıflığından dem vurup Seden'i eliyle göstererek "Sanırım bu kadın kuruttu bu adamı böyle," diyecekti. Sertab, kendisi ve kocası hakkında yapılan latifeleri coşkuyla karşılayıp pek sevinirken, Seden, nedendir bilinmez müstehzi tebessümler göstermekle yetinmişti. Sanki Seden Sezen'i, Sezen de Seden'i pek sevmiyordu (temrin gibi oldu bu, hadi bir nefeste söyleyin bakiim), ya da bana öyle gelmişti. Sıradan bir izleyici olmayı hiç beceremeyecek, hep ıdısının dıdısını ölçüp biçmekten sahnede izlediğim, kasette dinlediğim şeyin tadına varamayacak ama yıllar geçse de bu huyumdan vazgeçemeyecek, en sonunda tüm bunları yazıp yazıp rahata erecektim (Nasıl müzik yazarı oldum zannediyorsunuz, ben ister miydim hiç?).
Ve nihayet eve gelmiştim. Teknoloji harikası Vestel müzik setimin disk çaları henüz hiç dönmemişti. Diskler çok pahalı ve nadide bulunan şeylerdi. Üstelik çift kasetçalarda karışık kaset kaydı, hızlı kayıt, radyodan direk kayıt gibi muhtelif "atraksiyonlar" yapabilmek mümkündü. Kasetin ambalajını açtım, kasetçalarıma yerleştirdim. Bir yandan da kartonetini incelemek, söz yazarından aranjörüne, fotoğrafları çekenden, kapak tasarımını yapana dek herkesin kim olduğunu öğrenmek gerekmekteydi tabii ne zorum varsa. Kaset kapağındaki tepsiye benzeyen beyaz yuvarlak, kartonetin içindeki sayfalarda ağır ağır açılıyor ve en sonunda Seden Gürel'in yüzü gözükürken, beyaz yuvarlağın aslında kafasındaki şapka olduğu anlaşılıyordu. Ben şapkanın şokunu yaşarken müzik setimin kendi büyük sesi küçük kolonlarından "Bum bum bum" nakaratlı tuhaf bir şarkı yükseliyordu.
Eeee? Bu albümde hiç Sezen şarkısı yoktu, bu ne biçim vokalistti? Besteci, söz yazarı, prodüktör ya da teşekkür edilen olarak, hiçbir şekilde adı geçmediği gibi, Sezen'in janrında şarkı bile yoktu albümde. O görmüş geçirmiş, ağır melankolik cümleler, hin mi hin, cin mi cin kelime oyunları, çağrışımlar, bıçak sırtı kelimeler, en elitinden sokak argosu, Ermeni, Yahudi, Balkan, Avrupalı, Asyalı, Allah ne verdiyse etnik babam etnik melodi zenginliği, velhasılı kelam Sezen'i Sezen yapan ne varsa kıyısından köşesinden hiç değmemişti bu albüme. Sanki bundan özellikle kaçınılmıştı. Seden Gürel'in vokal tekniğinde vokalistin solistine öykünmesinin esamesi de okunmuyordu üstüne üstlük (Aşkın Nur Yengi meclisten dışarı). Tabi ya, zaten Seden'in Sezen'i, Sezen'in de Seden'i sevmediği belliydi (üç tekrar daha lütfen), ben herşeyi başından anlamıştım zahir. Haklı çıktığıma mı sevinsem, hayal kırıklığıma mı üzülsem bilemiyordum. Yolun en başında kendini ispat çabası mı dersiniz, cüretkar bir deneme mi, hatalı bir manevra mı? Ne derseniz deyiniz ben sevecektim dinledikçe dinlediğim şeyi. Evet Sezen yoktu ama albümün en başından sonuna dek koskoca bir imza olarak duran Aykut Gürel vardı ki bu da az şey değildi. Yine de dönemin şartları gereği birkaç "abidik gubidik" şarkıya ve mutlaka ama mutlaka bir imaja ihtiyaç vardı. "Bum Bum"lar, "Harbiden"ler, "Harç Bitti Yapı Paydos"lar boşuna değildi. Beyaz mantar şapka da öyle. "Image-maker" denilen şeyin memleket lisanına girmesi, biliniz ki bu vesileyle olacaktı. Neslihan Yargıcı isimli "moda tasarımcısı"mızın (terzi ya da modacı demeyiniz, çok kızıyorlar) gündemi magazin starları kadar meşgul etmesi de ona keza.
Neslihan Yargıcı, doksanların hemen başlarında bir yerlerde adı Deniz olan ve bunu ifade etmek için "Ben Deniz" diyen ama "absürd"ün doruk notlarında gezmekten asla çekinmeyen yurdum halkı sayesinde daha sonra ismi Bendeniz'e çıkan genç bir Sezen Aksu fotokopisini (siyah-beyaz ve kötü kalite haliyle) "imaj"layarak önümüze sunacak, bu abajurdan bozma "imaj" fena halde aklımızı karıştıracak ve kısa sürede Bendeniz, "kendi kişiliği"ni (???) bulacaktı alelacele "imaj"ından sıyrılarak. Benzer bir durum dönemin "kült" ikilisi Ajlan-Mine'nin dağılması sonucu solo kariyerine başlayan Mine'nin başına gelecek, o da Neslihan ablasının vinyleks koltuk döşeme malzemelerinden kesip biçtiği tuhaf elbiselerden çabuk sıkılıp, "imaj"ını çıkarıp atacak ve "imacmeykır"ıyla papaz olacaktı haliyle. Ama tüm bunlardan önce mantar şapka ve beyaz ötesi kıyafetler esprisiyle tanıdık biz "imaj" hadisesini. Hakikaten işe de yaradı ve herkes Seden Gürel'in neden o tuhaf şapkayı takmakta ısrar ettiğini konuşur oldu. Bu rahibeleri andıran görüntü, dinsel bir sembol olabilir miydi? Bir türban mıydı yoksa? Yoksa Seden kel miydi? Şapka çıkınca altından ne çıkacaktı? Elbette başka derdimiz yoktu ve gece gündüz bunu tartışmak için ortam çok müsaitti.
Daha ilk albümünde "Bir Yudum Sevgi" gibi, "Devlerin Aşkı" gibi şarkılarla ne denli sağlam bir şarkıcı olduğunun altını çizmeye çalışan bir genç kadın, "imaj"ının altında ezilmek üzereydi. Nitekim o da bunun farkına varmış olacak ki beklenmedik bir anda o beyaz ötesi kostümlerini ve şapkasını çıkarıp attı. Attı atmasına ama özene bezene yaratılmış "imaj"ından bu zamansız istifası Neslihan Yargıcı'yı küplere bindirecekti. Yıllar sonra Yargıcı, o günlerdeki kızgınlığını şöyle izah edecekti: "Evet, şapka çıkacaktı eninde sonunda. Ama böyle birdenbire değil, belki bir basın toplantısıyla, büyük bir kampanyanın parçası olarak. Belki bir deterjan firması sponsor olacaktı, çok daha fazla konuşulacak bir taktik geliştirecektik." Zekiceydi ya da değildi ama zaten şapka çıkmıştı artık bir kez, geriye dönüşü yoktu.
Kanal D'nin yeni açıldığı günlerdi. 1994 yılının yaz geceleri "Fıstıki Musiki"yle renklenecekti. Özel radyoların pıtrak gibi yayıldığı o günlerde daha yeni yeni serpilmekte olan özel televizyoncularımız "reytingden öte köy yok" moduna henüz girmemişlerdi. Radyoculuktan devşirme çiçeği burnunda iki genç kız, Romina ve Gülçin'le "Fıstıki Musiki" reyting rekorları kırmasa da izleyene hoşça vakit geçirten ve her gece o günlerde çok feci şekilde patlamış popüler müziğin yeni yeni yüzlerini ekrana getiren adı tadında bir programdı. Bir gece Seden Gürel konuk olmuştu. Yeni albümü "Aklımı Çelme"nin ısınma turlarındaydı. Muhtemelen ertesi gün de Jale'ye konuk olacaktı. Birlikte masa başında oturup faks okuyacaklar, Seden şarkılarını playback eşliğinde terennüm ederken Jale de arkada öylece oturup mutlu mutlu gülümseyecekti. Daha konuğu şarkı söylerken arkada göbek atan hatta öne gelip konuğuna sürtünen sunucular icad olunmamıştı çünkü. Bakın nerden nereye geldi laf. Ne diyordum ben? Fıstıki Musiki. Evet.
İkinci albüm neredeyse birincinin devamı gibiydi. İmajını yerle bir ettiği noktada nasıl çıkıverdiyse karşımıza kısacık kesilmiş saçları ve nerdeyse gündelik kıyafetleriyle, gene öyleydi. O günlerde tiril tiril, basma desenli bürümcük kumaşlarla yapılmış belden büzgülü bol elbiseler pek modaydı. Seden de onlardan birini giyip geçmişti kamera karşısına. Yine iyi şarkı söylüyordu söylemesine ama albümde bu defa "Olmaz Dostum"un peşisıra gelecek bir başka hit şarkı yok gibiydi. Seden'in ikibinlerde de yürüyeceği çizginin adeta habercisi olacak çok ama çok etkileyici "Yarın Ağlarım", bir festival şarkısı havasındaki "Seni Düşünüyorum", o günlerde pek de revaçta olmayan rock müziğe göz kırpan "Aklımı Çelme" ve dönemin herkesi gözyaşlarına boğmuş "Sarı Zeybek" belgeselinden kaçıp gelmiş gibi duran "Uyan" da yetmeyecekti albümü popüler kılmaya. Çok ses getirmeyen bu albüm sonrasında Seden'in epeyce bir süre sesi soluğu çıkmayacaktı. Zaten o para pul ve şöhret kazanmak için değil, sadece sevdiği için şarkı söyleyenlerdendi. Gündemde olmak ya da kalmak gibi bir çabası da yoktu. E onu sevenler de buna razı olacaktı ne çare. Yonca Evcimik'le "Bandıra Bandıra" yemeye, Mustafa Sandal'a kazak örmeye, Sertab'la "Lal"e boyanmaya, Tarkan'la mahallenin delikanlısı tribine girmeye yazmıştık çoktan. Sezen o sıra "Deli Kızın Türküsü"nü söylüyor, Yıldız Tilbe delikanlısına yanık yanık haykırıyor, Aşkın Nur Yengi ay inanmıyordu. Kırk türkü söylüyorduk hep bir ağızdan, kırkı da ahlat üstüneydi ne çare.
Pop müziğin her döneminde belirli şarkıcıların ön plana çıkması kadar belirli besteciler ve söz yazarları hatta müzik firmaları da ön plana çıkmıştır. Pop müzik dinleyicisiyle, daha doğrusu dinleyici talebiyle ne derece ilintili olduğu konusunda ciddi şüphelerim olsa da, müzik piyasasına şarkı arz edenlerin böyle bir "trend" peşinde koşma gayreti vardır her daim. Ta en başında Sezen Cumhur Önal, Fecri Ebcioğlu hakimiyeti, sonrasında Ülkü Aker ve Fikret Şeneş'e gösterilen rağbet bunun ilk örnekleri. İşte doksanlarda bu konudaki en "trendy" isim hiç kuşkusuz Sezen Aksu oldu. Sonrasında bir dönem herkes Serdar Ortaç'ın, o da geçti, Altan Çetin'in, şimdilerde Nazan Öncel'in peşinde koştu durdu. Garo Mafyan ve Onno Tunç furyalarını da unutmamak lazım. Sezen Aksu'nun bu konudaki hakimiyeti ise diğerlerine kıyasla epeyce uzun sürdü ve hala da bir albüme girebilecek bir Sezen şarkısı herkes için geçer akçe. Çünkü Sezen'i diğerlerinden ayıran çok önemli bir özellik vardı. Sezen çoğu kez birilerine istemeden de şarkı veriyordu. Bir şarkı yapıyor, sonra onu birisine yakıştırıyor ve telefon açıp söylüyordu: "Sana bir şarkı yaptım, gel al," diye. Bu duruma herkes bayılıyordu. Kimileri ise temkinliydi. Ya Sezen bir şarkıyla olsun bütün bir albüme damgasını vurur da iş çığrından çıkarsa? Ya Sezen ismi benim ismimden daha fazla zikredilirse? Bu korkuyu hala taşımakta olanlar var. Bilen biliyor. Konumuz o değil. Konumuz Seden Gürel. Yıllar önce ilk kasetini Sezen Aksu'nun vokalisti olduğu için almakta hiç tereddüt etmediğim Seden Gürel, yıllar sonra, 1996 yılında yayınlanacak üçüncü albümünde ilk kez Sezen Aksu imzalı şarkılar söylüyordu. Hem de ne söylemek. Lepiska saçları, askılı ve mini elbisesiyle hiç olmadığı kadar seksi bir halde ve üstelik de dans ederek. Şaşırmaya mahal yoktu aslında. Şarkısı, bu yeni görüntüsünün sebebi hikmetini dillendirir gibiydi: "Çalkala hadi adamım, devrine durumuna göre çalkala..."
"Muhtemelen" adı verilmiş bu üçüncü albüm, dönemin kalburüstü çalışmalarından biri olarak yazılacaktı müzik tarihine. Albümün açılışında yer alan Sezen Aksu bestesi "Çalkala" epeyce ses getirecek, peşi sıra özene bözene yerleştirilmiş diğer şarkılar da beğeni toplayacaktı. Seden ve Aykut Gürel çifti, müzik dünyasında kendilerine emsal gösterilebilecek bir başka çiftten, Eda ve Metin Özülkü'den de ziyadesiyle istifade etmişlerdi bu albümü hazırlarken. O ara epeyce gözde olan Mustafa Sandal'ın yansıra Şehrazat da albüme şarkı verenler arasındaydı. Denilebilir ki bu albüm Seden Gürel'in kariyeri boyunca yapıp yapacağı en popüler olana yakın albüm oldu.
Ne var ki ne olduysa bu albümden sonra oldu ve Seden Gürel müziğe uzun, epeyce uzun bir ara verdi. Aslında müziğin hep içindeydi. Aykut Gürel zaman içerisinde rüştünü iyiden iyiye ispat etmiş ve popüler müziğin, popüler müzik de yapsa çizginin altına düşmeyecek işlere imza atan birkaç isminden biri olarak kendine farklı bir yer edinmişti. Aykut bunları yapıyor ediyor iken Seden de mutfakta zeytinyağlı taze fasülye pişiriyor olamazdı. Elbette o da bir şekilde müziğin içindeydi. Ya da en azından ben öyle varsayıyordum. Kaldı ki şarkı söylemeyi seven birinin altı yıl şarkı söylemeden durabilmesi için birilerinin ağzını filan bağlamış olması gerekirdi ki kim bağlasın, niye bağlasın? Seden Gürel'e kadar ağzı bağlanması gereken bunca isim varken üstüne üstlük?

Velhasılı kelam yeni bir Seden Gürel albümüyle karşılaşmak için ta 2002 yılına kadar beklememiz gerekecekti. Bu defa da sessiz sedasız, gürültüsüz patırtısız, promosyonsuz mromosyonsuz çıkıvermişti karşımıza Seden Gürel. Albümün adı çok manidardı: "Hesaplaşma". Buyrun burdan yakındı şimdi. Nereye çekerseniz çekindi. Azıcık da olsa teşhir etme yahut edilme sosu bulandırılmamış bir yapıt, yapıttan sayılır mıydı? Kadıncağız, altı sene uzak kalmış, sonra da hesaplaşmasını bir güzel paketleyip önümüze sunuvermişti işte. "Mevsimlik çiçekler gibi geçici şeylere değer vermedim," diyordu albüme adını veren şarkıda. "Hırsları boyundan büyük olanları gördüm, ne kadar garip, hepsi mutsuz oldular. Ama ben ve benim gibiler, yani hayatı seçenler, bütün hepsine çiçekler verdiler." Ben anlamıştım neden altı sene uzak kaldığını. Bilmem başka anlayan var mıydı?
Bu albümde de iki Sezen Aksu şarkısı vardı. Yine en çok onlar ses getirdi. Oysa müziği ve şarkı sözleriyle bu albüm artık tamamen kendi yolunda giden bir müzisyen çiftin çok özenli ama bir o kadar da keyfekeder emeğini çıkarıyordu karşımıza. Seden Gürel'le birlikte yola çıkanların büyük çoğunluğu nefesini tüketmiş, yarı yolda kalmış ya da yerinde saymıştı. Doksanların başında patlayan popun içinden çıkanlar ne bulursa bağrına basan arsız dinleyicilerin yüzüne gözüne bulaşmış, ikibinli yıllara kalanlarsa seçmesini bilen dinleyicinin yüreğine çıkmamak üzere yer etmişti. Her biri kendi kulvarını çizmiş, kendi soluğunu bulmuştu. Sermaye piyasası mantığıyla ha babam de babam prodüksiyon üreten müzik pazarı ikibinlerde doksanlardan çok daha vahşi, çok daha kıyıcıydı. Buna koşut, nitelikli olana prim veren kesimin pazarda yediği pastanın payı gün geçtikçe artıyor, bu da bencileyin popun geleceğini kendine niyeyse dert etmiş meraklısını haddinden fazla mesut ediyordu. Seden Gürel'in "Hesaplaşma" adı verilmiş albümü, bana sorulsa ikibinlerin ilk yarısında yapılmış en eli yüzü düzgün albümlerden biri olacaktı. Bu şanlı payeyi bir ağızda vermekten imtina edesim yoktu. Ama tarihi kaleme almak için içinde değil, dışında olmak lazım ne çare.

Günler günlerin ardından (seni unutmak mecburiyetindeyim) geçip giderken yine sessiz ve sedasız bir şekilde yeni bir Seden Gürel albümü aldı vitrinlerde yerini. Bu defa "Bir Kadın Şarkı Söylüyor"du. Sahiden de otuzlu yaşlarını bitirmek üzere bir kadın olanca samimiyeti ve açık sözlülüğüyle şarkı söylüyor hatta içini döküyordu bu albümde. Arabayı, evi, eşyaları satıp, kediyle balığı, holdeki halıyı da adamın annesine verip basıp gidecek cürette, bütün dertler onu beklese de geceleri yatağının başucunda, "ağlarım sakın pay çıkarma, bunlar mevsim normalleri" diyebilecek kadar gücünü toplamış ve "kimi öpsen beni bulursun" diyecek kadar da kendinden emindi bu kadın.
Besteci ve şarkıcı olarak değil belki ama şarkı sözü yazarı olarak imza attığı bir çok şarkıyla beni epeyce etkilemiş Sibel Alaş yıllar sonra ilk kez ("her defa yanıyorum ama gitmeliyim" manasızlığıyla sabıkalı "Aşka Yürek Gerek" felaketini yok sayar isek) şarkı sözleri ve besteleriyle bu albümde boy gösteriyor ve belli ki Seden Gürel'le çok örtüşen halet-i ruhiyesini en alasından kağıda döküyordu şarkı söyleyen kadının sayıklamaları tadında. Şarkılara her şeyden çok yine Aykut Gürel tarzı damgasını vururken, bu defa bolca istifade edilen yabancı besteler de aynı zarafetle yediriliyordu bütünün içine. Yine çok temiz bir iş çıkarmıştı Gürel çifti.

(Hakan Tok'un yazısından, birzamanlar.net)

1 Yorum Ekle:

Anonymous Adsız said...

merhaba seden hanım yeni albüm hazırlıgı içersinde olduğunuzu duydum ve size uygun tarzınıza yakışır bestelerim var degerlendirmek istermisiniz. isterseniz bu e-postadan ulasabılırsınız ilginize.. bysesecarizma@hotmail.com

6:09 ÖS  

Yorum Gönder

<< Home

 8o  XMLº 
Blogwise - blog directory
Music Blog Top Sites
blog search directory
Blogarama - The Blog Directory
Proogle.de
Link Dünyası>
Technorati Profile