26 Ekim 2005

Evet, artık çok incitiyor şarkılar ama olsun!

Lütfi Kırdar salonundaki kırmızı koltuklardan birindeydim, gözlerim sahneye kilitlenmiş haldeydi...
Önüm, arkam, sağım, solum her yanım kalabalıktı.
Cismim oradaydı, kesin.Ama sormayın, ruhun nerelerdeydi diye...
Ruhum; bir bilseniz nerelere gidip gidip, sonra zorlukla, kan ter içinde o kırmızı koltuğa, o hıncahınç dolu konser salonuna geri dönüyordu.
Her seferinde geri döndüğüme emin olmak için yanımda oturan sevdiğim kadının küçücük ellerini avuçlarımda sıkıyor, sıkıyordum...
Bir şarkı, Mühürdar'ın rüzgârlı sokaklarına, ilkokul çağlarıma taşıyordu beni...
"Zaman nedir bilmezdik," işte o çağlara.. Ama bir sabah ailecek başka bir şehre taşınmıştı küçük arkadaşım, Canan'ım..
Ve şu olgunluk çağımda bile içimi bir kurt gibi kemiren; ne için, kim için olduğunu bir türlü bilemediğim özlem duygusuna mahkûm etmişti beni...
Ardından, bir başka şarkı...
Sarı bir yaza götürüyordu beni.
Issız bir kumsala; hemen oracıktaki sadece rüzgâr çanlarının işitildiği, cennetten çıkma bir çardağa götürüyordu. "Dönmesek" demiştik. "Hiç dönmesek, böyle biteviye sevişerek ve uyuyarak hep burada kalsak!
"Döndük tabii, sonra dünya çevremizde fır döndü, gün geldi, yüzümüzü başkalarına döndürdük. Dönek olduk...
Bir şarkı daha...
İnsanı kor olmadan küle döndüren ihanet günlerinin anılarını toplayıp getiyordu bana. Boğaz'ın bir tepesinden yuvarlanıp buz gibi soğuk sularına çakıldığım yakın zamanlarımı...
Bir başka şarkı ise içimdeki karanlığı yırtıp birdenbire aydınlığa çıkarıyordu...
Aslına bakarsanız, böyle olacağını az çok tahmin etmiştim.
Sezen Aksu konseriydi bu çünkü.
Benim gibi yaşını başını almış dinleyiciler için o şarkıların taşıdığı "tehlike"yi bile isteye göze almıştım.
Hatta istemiştim bunu..Ama bu kadar mı olur?
Başka hangi konser insanı önce yakasından tutup sarsar, silkeler, acıtır, yaralar; sonra da tatlı tatlı okşar başını?..

Eminim Sezen Aksu'dan başkası yapamaz bunu, yapamaz...
O, bir tek o, dinleyicisini alır uzak anılara, beklenmedik yolculuklara, acayip hesaplaşmalara doğru taşır da; bir yandan da göz kırpar ona: "Ben yine burada olacağım; seni anlayacağım, yaralarını saracağım..."
Anladınız! Geçen cuma akşamı Lütfi Kırdar'da Sezen Aksu konserindeydim.
Anlatmaya çalıştığım şey o...
Parlak, yaldızlı, lacivert lafların bu konserin güzelliğini ve etkisini tarif edebileceğini hiç sanmıyorum.
Ama iddialı bir söz etmekten şimdi kendimi alamayacağım. Bir ömre bedeldi bu konser, bu şarkılar...
Bir de şunu söylemeden geçemeyeceğim: Murathan Mungan'ın müthiş sözleriyle haykırıyor ya Aksu "Hani şarkılar bizi henüz bu kadar incitmezken" diye...
Evet, geçti o günler ve şimdi çok incitiyorlar, çok!.. Ve merak ediyorum, mesela 18 yaşımda olup da öyle izleseydim bu konseri, nasıl olurdu acaba hissettiklerim; nelerden, nasıl etkilenirdim acaba?
Herhalde çok farklı bir şeydir. Tersine inanmam, inanamam. Bizler "yanmış, sönmüş"üz. Geçmişiz çok şeyden. Öyle diyorum ama o akşam ön sıralardan bir iki genç, bağırış çağırış "Kurşuni Renkler" şarkısını istemesinler mi! Sezen Aksu hayretle sorunca söylediler, meğer 20 yaşındaymışlar.
İlginçtir, bu şarkı şarkıcının albümlerine girmemiş bir müzikal şarkısı. Peki, bu şarkının "Bir sabah saçlarını okşayıp da rüzgâr/ İzlerini sürüp de gidecek beyaz beyaz" diye başladığını biliyor musunuz? Bir ara baktım, salondaki gençler bir ağızdan söylüyorlardı: Yok olmaz, erken daha/Biraz geç kalın ne olur/Hiç hazır değilim henüz/Ne olur baharlarımı bırakın/Bir süre daha/Tanıdık değil bana güz
Hayat işte! Bazen usandıracak kadar tanıdık, bildik, bazen çok acayip! Ve şarkılar, hele Sezen Aksu sarkıları... Onlar galiba bizim bu hayata katlanabilmemiz için gönderilmiş göksel armağanlar... Buna yemin ederim!

(Haşmet Babaoğlu'nun 11.04.2005 tarihli Vatan'daki yazısı)

0 Yorum Ekle:

Yorum Gönder

<< Home

 8o  XMLº 
Blogwise - blog directory
Music Blog Top Sites
blog search directory
Blogarama - The Blog Directory
Proogle.de
Link Dünyası>
Technorati Profile